17 Şubat 2011 Perşembe

Farkındalık Kıskacı

Ortalık yere pisleyip çomakla karıştıracak kadar sıkıldım bu hafta, hayır, tabii ki de bokumda boncuk aramadım ama o raddeye geldim resmen. Ve bu sıkıntı sağolsun, hayatımda yeni ufuklar açtı bana; mesela iç bilmediğim obsesyonlarım varmış onları keşfettim.


Simetri hastası değilim ama en köşeden başlayarak üçgen formunda dizmeye bayılırım eşyalarımı. Temizlik hastası değilimdir ama birikmiş toz gördüm mü dayanamam. Bir masanın üzerinde beni en çok rahatsız eden şey minik sigara külleridir. Hani küllüğün etrafına dökülmüş, ilk bakışta göze batmayan minik küller. Kompakt pudra formundaki bütün makyaj malzemelerimi bitmelerine yakın kırmak gibi bir adetim vardır, isteyerek yapmam asla ama bi şekilde o hale gelirler ve o hale geldikten sonra nedense daha efektif olurlar kapatma konusunda oysa ben sıkıştırılmamış pudralardan nefret ederim. Makyaj demişken, farkında olmadan yaptığım, ellerimi nemlendirme ritüelim var bi de. Önce krem sürüp, daha sonra kolonya döküyorum ellerime, sanırım homojen bir dağılma sağlıyor; bu da bi takıntı sayılır. Masa başında oturmaktan nefret ettiğimi de fark ettim, çünkü 1-2 yıldır annemin durmaksızın vurguladığı gibi ayağımı çok fazla sallıyorum. Annem bunu o kadar çok vurguladı ki, beni bile rahatsız ediyor ve işin kötü yanı fark ettiğim vakit kendimi durduramıyorum. Ayakkabılarımla da ilgili bir takıntım var, ne kadar alırsam alayım asla yeterli gelmiyorlar. 100 çifte ulaşmama çok az bir rakam kaldı, ve işin garibi öyle süslü püslü tasarımcı ayakkabılarım yok, düz renkleri ve sabit kalıpları seven bir insanım. Nedense 50 farklı desen ve kesimi bir araya getiren tasarımcı ayakkabılarını sadece kağıt üzerinde beğenebiliyorum. Bir başka takıntım da okumaya başladığım romanları 24 saat içinde bitirmekle alakalı. Ama bunu uygulayabileceğim çok fazla yazar yok ve bu çok canımı sıkıyor zira ayın 5 günü durmaksızın kitap okuyorum kalan 25 günündeyse makalecikler. Eskiden iç çamaşırı takıntım da vardı, sadece takım çamaşırlar alırdım ama tıpkı ayakkabıcılar gibi iç çamaşırcılar da kendilerini tekrar etmeye başladılar, artık bundan da zevk alamıyorum.


Ve yıllardır hayatımı cehenneme çeviren bi takıntım var ki, beni yakından tanıyanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır. Kaşlarımın ikiz kardeş gibi görünmeme ihtimaline dayanamıyorum. Normalde ikiz değil ama kız kardeş gibi görünmeleri gerekir yani göze batmayacak ufak tefek farklılıklar çok da önemli değildir. Oysa benim kaşlarım kalemle çizilmişcesine aynı olmalıdırlar, ki bu yüzden kalem kullanıyorum zaten. Bu takıntı hayatımı cehenneme çevirdi ama, her günümün en az 5 dakikasını yiyor.

Bütün bunlara rağmen obsesif değilim, aslında baya baya bir çoğunuzdan da sağlıklıyım ama işte farkındalık insanı içten içe kemiren bir kurt adeta. Kim demişse cehalet mutluluktur diye, onu dinleyin; zira orada bilge bir insan var. Ama yine de arada bir kitap okumayı unutmayın, unutmayın ki saçma sapan siyasetçiler prim yapamasınlar.