22 Aralık 2010 Çarşamba

Dünyanın En Yakışıklı Adamı

Bugün yazmayı düşümüyordum aslında ama iki dakika önce Sözeri'den sigara almış dönerken 78'nci Yurdun odalarından birinin camında vazoya konulmuş bir demet kırmızı gül görünce yazmaya karar verdim. Hayatım boyunca 3 erkekten çiçek alma şerefine nail oldum ve her ne kadar üçü de özel anlar olsa da hiçbiri birinci adamın yerini tutamaz. Babamdan bahsediyorum tabii ki, benim için en özel olan adamdan. Hakkında daha önce de yazdım ve daha ne kadar yazarsam yazayım kelimeler anlamsız kalacak biliyorum; ama olsun, ben bugün babamın bana getirdiği çiçeklerden bahsetmek istiyorum.

Her kadının babasıyla ilgili unutamayacağı anları vardır, ama yine de kimse kusura bakmasın, dünyanın en muhteşem babası benim babam. Ben kocaman bir kız olup; tek başıma Ankara'ya yerleşene dek her pazar sabahı 5'te uyanıp, önce Belgrad Ormanı'nda koşuya giden ve 6 km koştuktan sonra duş dahi almadan ta Silivri'ye gidip yazlığımızın bahçesinde özenle yetiştirdiği güllerden bir gonca keserek pazar kahvaltısına sırf benim için yetiştiren bir adam sade ve sadece dünyanın en muhteşem babası olabilir. 10 yaşıma gelene dek bıkmadan, usanmadan her akşam yatağa benimle birlikte uzanıp bana kendi uydurduğu masalları anlatan bir adamdan söz ediyoruz, ki inanın hayal gücü gerçekten zayıf bir adamdır benim babam. İstanbul'a Starbucks açıldıktan sonra 2 sene boyunca her akşam yemekten sonra benim için Akmerkez'e yürüyüp bana Chocolate Frappe ve Very Berry Muffin alan bu adam; ameliyat masasından kalkıp narkozdan ayılır ayılmaz beni havaalanından almaya gelecek kadar da gözü karadır hani söz konusu ben olunca, taksilere bile emanet edemez beni.

Karşımda iki kere ağladı bugüne dek; ki annem ameliyat olduğunda bile ağlamadığına bahse girerim. İlki ben Ankara'ya taşındığımdaydı, koskoca adam karşımda resmen "gitme kızım Ankara benim için çok uzak" diye salya sümük ağladı, evet. İkincisi daha da vahimdi, babaannemi kaybetmiştik, en yakın arkadaşı Gürkan Amca iki hafta sonra durup dururken vefat etmişti ve bu iki ölümden 10 gün kadar sonra babamla havaalanı yolundaydık ben New York'a taşındığım için. Yine bir "gitme" ağlamasıydı anlayacağınız ve hayatımda hiçbir insanın gözyaşları bu kadar masum, bu kadar içten, bu kadar... ...olamazdı.

Kadın erkek demeden, herkes annelerine ayrı bir düşkündür ve dünyanın en rahat kadını bile babasıyla belli bir mesafeyi korur değil mi? Bizim durumumuz öyle değil işte, ben ilk erkek arkadaşımı babama anlatmış, ondan tavsiyeler dinlemiştim. Annemin üzerimdeki emeğini asla yiyemem, ama diyorum ya babamın yeri apayrı.

Neticesinde bu adam Ulus'ta fellik fellik altlı üstlü satılık iki daire arayan bir adam. Yedi yıldır evden uzak yaşamama rağmen evlendiğimde alt katında oturacağıma dair iflah olmaz bir umudu var bebeğimin. Ve işte tam da bu sebeple okulumun bittiği gün İstanbul'a tekrar yerleşeceğim, bakanlıkta meslek memuru olmak gibi hayallerimi bir kenara bırakıp yavru ceylanımın kollarına döneceğim ben.

Biraz da her pazar kahvaltısından önce yastığıma bırakılan gonca gülü özlemiş olabilirim tabii. Bu arada babam hala ben Ankara'da dahi olsam o goncaları keser, kurutur ve ben tatil için İstanbul'a döndüğümde yastığıma bir adet taze goncayla beraber bırakır.

Peki ben ne yaptım bugüne dek bu muhteşem adam için? Düşünüyorum da mektuplar yazıp aşkımı dile getirmek dışında pek de bir şey yapmadım aslında. Dünyanın en çalışkan insanı olmadığım için hiçbir zaman mezuniyet töreni konuşması falan yaptığımı göremedi mesela. Liseden bu yana bi yerlerden ödül falan kazanmışlığım da yok. Babalar günlerinde hazırladığım ufak tefek süprizler dışında hiçbir şey sunmadım O'na uzun zamandır. Yine de bıkmadan, usanmadan seviyor beni.

İşte böyle beyler bayanlar. Bugün size babamı anlatmak istedim gülleri görünce. Bir kez daha bahsetmek istedim bu muhteşem adamdan. Bitti, dağılabilirsiniz...

:)

16 Aralık 2010 Perşembe

Dizi Dizi İnciyim, İzlemede Birinciyim

Uzundur aklımda vardı bu dizi yazısı, hazır yeni bölümleri de gelmiyorken bir liste çıkarıp yazayım istedim. Bugünkü ikinci makalemiz: yeni başlayanlar için Amerikan dizileri.

Hiçbir diziyi atlamayayım diye de tab açtım kenarda, diziport listesine bakıyorum. İlk sırada gözüme Ally McBeal çarpıyor. Elbette ki artık izlediğim bir dizi değil, ama kesinlikle benim jenerasyonumun kültlerinden olduğu için saygı duruşunda bulunmak istedim. Hala theme songlarıyla yaşayan, canı sıkıldığında ugha-chaka bebeği düşünen bir genç kızım neticesinde. 20 yaş altı gençler bu diziyi bilmezler, ancak merak edip de izlemek isterlerse söyleyebileceğim tek bir şey var: The Simpsons, Seinfeld ve Married with Children'la beraber CNBC-E kültürünü hayatımıza sokan dizilerdendir, batağa dördüncüdür, net.

Bu ufak saygı duruşundan sonra hali hazırda vizyonda olan Blue Mountain State'e geliyor sıra. Öyle devamlı takip edilecek bir dizi değil açıkçası; hani biriktireceksin bir kenarda ve sezon arası tatillerinde atıştırmalık niyetine izleyeceksin. American Pie fenomeninin ünivesitedeki futbol ortamına uyarlanmış orta karar başarıda bir taklidi gibi. Hani "sex sells" der ya gavurlar, işte öyle bir kafa.

Arada bir Buffy the Vampire Slayer gördüysem de üzerinde çok duramayacağım. Joss Whedonsız yeni versiyonu yakında ekranlarda olacak ama. Buffy olarak da Glee'deki aptal sarışın amigo kızı düşünüyorlarmış, ki o kızcağız bence Glee'de kalmalı.

Yine bir vizyon dizisi olan Chuck hakkında söylenebilecek fazla bir şey yok. Yıllardır reyting savaşı veriyor, kaldırıldı kaldırılacak diye insanın yüreği hop hop ediyor. Bitmesi hayatımda bir boşluk yaratacak, onu itiraf etmeliyim ancak Chuck'ın annesinin de ortaya çıkması ile daha fazla aile draması yaratamayacaklar. Belki Chuck ve Sarah evlenirse falan biraz Mr. & Mrs. Smith tadı yakalanabilir, o kadar. Diziye kesinlikle taze kan gerekecek ve o taze kan da Casey'le fırtınalı bir aşk yaşan eski sovyet ajanı olsa tadından yinmez bence.

Bir de ikinci sezonunu sabırsızlıkla beklediğimiz Covert Affairs var ki, ben çok özledim açıkçası. Sevmiyorum dizilerin arasına başka diziler de çekebilecek kadar uzun vakit verilmesini. Flashforward gibi efsane bir biçimde başlayan dizinin tarihin tozlu sayfalarına gömülmesinin tek sebebi buydu, yapımcılar artık uyanmalı duruma.

Aaaah ve sevgili Eureka. İzlediniz mi hiç bilmiyorum, asla bir Lost gibi, Grey's Anatomy gibi fenomen olamadı. Ama neredeyse onlarla yaşıt. Benim gibi az birazcık bilim delisiyseniz ve izlemeyi en çok sevdiğiniz tür komedi ise bu diziyi kesinlikle tavsiye ederim. Gerçekten günde 3 vakit izlesem sıkılmam, o kadar harika bir dizi kendisi. Her ne kadar Amerikan milliyetçiliğinin dozunun kaçtığı bölümler olsa da, o kadar kusur kadı kızında da olur diyor insan.


Bilim delisi demişken Fringe var bir de tabii. Açıkçası son sezonu sizi de baymadı mı bu dizinin? Ben artık görev icabı izlemeye başladım neredeyse. Paralel evrenler arası geçişler falan çok gereksizleşmeye başladı. Bir an önce eskisi gibi tek bölümlük vakalar üzerinde duymaya devam etseler baya hoş olur. Ayrıca Broyles & Nina Sharp dramasını da özledik sevgili senaristler; haberiniz olsun.

Ve Glee! İşte bu gerçekten içimi ısıtan, beni yaşama şevkiyle dolduran bir dizi. Hakkında çok fazla kelam etmeye gerek yok. Kerameti kendinden menkul. Gerçi yeni nesil bilir mi bu deyimi bilemedim şimdi; speaks for itself diyelim bari. Schuster gibi birini görürseniz sokakta beni arayın ayrıca.

Mmm, Gossip Girl. Adı her ne kadar Küçük Sırlar saçmalığı yüzünden lekelense de, fenomenleşmeye aday diyebiliriz. Yalnız ana karakterler o kadar çok birbirleriyle yatıp kalktı ki, döngüye sıfırdan başladılar. Dan ve Serena tekrar bir araya gelirse bayabiliriz ki, Blair ve Chuck bile kurtaramaz artık diziyi.

Sırada baya baya fenomenleşmiş bir başka dizimiz var: Grey's Anatomy. Bu diziden bambaşka bir blog yazısı bile çıkabilir aslında, o kadar takdire şayan. Diziyi bu kadar mükemmel yapan şey ise karakterlerin sürekli olarak değişmesi. Bir de Christina'nın sanrıları son bulursa, tekrardan tadından yinmeyecek hale gelecek.

Ve Haven. Hakkında söylenebilecek tek bir şey var: bir an önce yeniden başlasın artık aaaaaa!

Hawaii 5-0'ya gelince. Dizi Hawaii'de çekilmese; 31 olsa çekilmeyecek bir kıvamı var. Ana konudan iyice uzaklaştılar ve baymaya başladı. Artık şu kutunun sırrı çözülmeli.

Yine bir çıtır çerez dizi; Hellcats. Yani sabırsızlıkla bekliyorum diyemem ama bir BMS gibi de itin götüne sokmak emeğe haksızlık olur. Dizide sürekli bir aşk entrikası olması bir sonraki bölümü es geçememenizi sağlıyor ama sabırsızlıkla da bekletmiyor maalesef.

Yine yeni sezonu sabırsızlıkla beklenen başka bir şokella dizi ise Hot in Cleveland. Elka gibi bir karakter hepimizin hayatında olmalı kesinlikle. Zaten Elka olmasa dizi Elka'nın memelerine benzeyebilirdi.

Ve House MD. Açık söylüyorum; baymaya başladım. Senaryo her bölümde aynı; vaka gelir House lupus der, lupusu kanıtlayamaz, kanseri denerler, olmadı beyin anevrizması. Son 15 dakikasında bi bakarsın boktan çükten bir hastalıktır hep ama bişeyler bastırmıştır onu falan fişman. Peh.

HIMYM hakkında çok da söz söylemeye gerek yok. Senelerdir sabırsızlıkla bir sonraki bölümü bekliyoruz ama artık şu annenin bacaklarını da görelim ya, sadece ayakla olmuyor yani. Ha bi de Robin Sparkles daha fazla yer almalı, hehe. 

Listenin ortalarına geldik ve sıradaki dizimiz Hung. Hakkında fazla konuşmak istemiyorum; bu diziyi sevmek istiyorsanız başlayın ve ikinci sezonunu izlemeden bırakın. Baydı.

Melissa and Joey ise bu sezon aramıza katılan çiçeği burnunda dizilerimizden. Çocukluğumda Melissa Joan Heart'ın Clarissa ve Sabrina'sıyla büyümüş bir insan olarak kendisine tekrar ihtiyacım olduğunu bu diziyle fark ettim. Özlemişim, şokella.

Veee Merlin. Benim gibi peri büyü meraklısı bir insan için gayet tatmin edici bir dizi. Yalnız Morgana'nın entrikaları artık baymaya başlamıştı, nihayet küçük entrikalardan vazgeçip yönetime el koymaya karar verdi de şenlendik son 1-2 bölümde. Keep goin' bitch.

Yine M&J tadında, yepisyeni bir dizi: Mike and Molly. Obezite dışında hiçbir problemi olmayan iki şeker mi şeker insanın; insanı kaptırıp götüren şahane aşkı. Yan karakterler de baya komedi. Tavsiye edenzi.

Bir başka fenomen adayı var sırada: One Tree Hill. CNBC-E de gösterildiği zamanlarda uyuz olurdum ben bu diziye ve geçen sene başlayıp ne kadar çok şey kaçırdığımı fark ettim. Eksilen bütün oyunculara rağmen sürükleyiciliğini koruyor maşallah. Bir de dizinin müzikal yönü var ki Dawson's Creek nesli olan bizler bunun önemini gayet iyi biliriz.

Ah bir ara sarıp sonra çok baydığım bir dizi: Persons Unknown. Malesef yine bir Flashforward vakası, işin kötü yanı ben izlerken sezon arası da vermemişlerdi. Plot hikaye gayet güzel ama 6 bölüm sonra bayıyor. Zorla Lost yaratma çabası adeta. Cıks.

Pretty Little Liars var bir de, yeniden başlamasını sabırsızlıkla beklediğim. O kadar güzel başladı ki, oturup kitaplarını da alıp okudum. Allah'tan The Vampire Diaries gibi bir hayal kırıklığı değil.

Rizolli & Isles, başlamasını sabırsızlıkla beklediğim bir başka dizi. Ortada kocamaaaan bir kurgu yok, minik minik olaylardan oluşuyor ama iki karakter o kadar arızalı ki ortaya hoş bir dizi çıkıyor netice itibariyle.

Ah ah listeye bakarken arada bir Samantha Who gördüm, ki kendisi aramızda çok tutunamamıştı, teey tey. Ama boş vaktiniz varsa tavsiye ederim, yayından kaldırılması büyük haksızlıktı resmen.

The Big Bang Theory var bir de, sadece Sheldon Cooper karakteri için bile izlenebilir. Kerameti kendinden menkul başka bir arızalı bilim dizisi. Nays.

İki satırdan fazla kelam edebileceğim bir başka diziye geldik. The Good Wife; tıpkı Grey's Anatomy gibi içinde absürdlük barındırmadan sizi içine çekebilen bir hikaye. Politik entrikalardan haz duyuyorsanız ve politikanın en küçük kademede bile nasıl yozlaştığını görmek istiyorsanız; aradığınız dizi bu.

Arada The Gates gibi yayından kaldırılan ama bence izlemesi oldukça keyifli bir başka hikayeyi atladık. Klasik bir doğaüstü fenomen dizisi; vampirler, kurtadamlar, cadılar... Ama baymıyor, baymadan izlettiriyordu kendini. Yazık oldu.

Ve yine yayından kaldırılan The Philantrophist. Bana kalırsa bu haliyle bile arşivlik, hoş bir dizi. İnsanlığın ölmediği anlarda bile aslında ne kadar ölebildiğini gösterebiliyordu, velhasıl kelam güzeldi be.

Sonlara doğru gelirken sırada The Vampire Diaries var; söylenecekse tek bir söz: kitabı oku, diziyi izleme.

Ve sırada Two and A Half Men. Senelerdir başarılı bir şekilde kendini izletmeyi beceriyor ama aksiyon, entrika arayanlar için yanlış seçim. Komik mi, ziyadesiyle. Çok mu farklı, pek söylenemez.

Şu ana dek alfabetik sırayla gittim ama en yeni bitirdiğim diziyi de en sona saklamak istedim; Modern Family. İnanılmaz başarılı bir komedi dizisi. Homofobik olanları bile eşcinsellerin dünyasıyla barıştırabilecek kadar dozunda espriler, sınırda yaşayan karakterler, ergenlik sanrıları içinde genç kızlar ve küçük aptallar. Sade ve yalın bir Amerikan aile komedisi. Gerçekten çok başarılı, kesinlikle izlenmeli.

Ya o değilde, hakikaten ne kadar çok dizi izliyormuşum ben yahu. Onu fark ettim, yazıyı yazarken; masaya dayamaktan sol elim uyuştu resmen.

Limbik Limbik Geliyorlar

İnsan vücudunda limbik sistem diye bir mekanizma var; insanı insan yapan sistem dersek doğru bir tanımlama olabilir. Düşündüğümüz, hissettiğimiz her şey buraya bağlı. Yani benim şu an bu klavyeyi hissetmemin de sebebi limbik; bu satırları yazarken bastırmaya çalıştığım agresyon da. Yalnız henüz bilim adamlarının fark edemediği bir şey keşfettim ben. Bu limbik sistem her insanda %100 çalışmıyor, denedim yani, Facebook onaylı böyle; bazılarında ye, iç, sıç, yat mekanizması hakim. Eh işte araya amigdala da kaynarsa; belki bi sevişme, belki bir abazanlık giderimi falan. He canım he, seks yemek içmek gibi önemli bir ihtiyaçtır he, sen kız kardeşinin yemini suyunu ver sadece, ama cinselliğin senin ihtiyacın olduğuna inan, evet çok mantıklı gerçekten.

Mantık demişken; sabah aklımda mantık süzgeçlerime dair bir yazı vardı aslında. Bilgisayarın başına geçtiğim yarım saat içinde hemcinslerimin mantık süzgeçlerini masaya yatırmaktansa, her zamanki gibi karşı cinslerimi masaya yatırıp kesip biçmeye meylendim. Neticesinde son 7 gün içimde hayatıma 4 yeni erkek katıldı, şimdi onlar hakkında verip veriştirmezsem alınırlar; değil mi?

Bu erkeklerden en gereksiz olanıyla başlamak gerek. Gerçi kendisi bu satırları okuyamayacak bir yerde vatani görevini yapıyor, sağolsun. Hiç istemediği halde büyük bir hevesle şevklendirdi kendini ve gitti. Hehe, kendisi baya baya süt çocuğu olduğu için; geldiğinde içinin aynı şevkle dolu olduğundan bahsedemeyeceğim maalesef. Her neyse, konudan sapmayalım; şimdi bu düğmesine zarar gerse 6 aydan başlayan insan evladı, diğer her yurdum erkeği gibi gitmeden önce bir meme depolayayım, bir ancuk görüntüsü biriktireyim tribine girdi. Dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta ise bu beybinin aslında senelerdir ortamlarda "çok seviyorum arkadaş yea" tribine girmesine sebep olan bir kız arkadaşı olması. Bana geliş bahanesi çok enteresandı tabii, muhtemelen bir sevdiceği olduğunu bildiğimi bildiği'çün "askere gitmeme 10 gün kala terk edildim böhüheahü" tribiyle geldi canom. Ah tabii, siz bilmezsiniz, ben bu çevrede sevgilisinden ayrılan erkekleri avutmaktan sorumlu müsteşar olarak bilinirim. Yüce Rabbim sizlere o pipiyi verirken, beraberinde nasıl bir ego vermiş ki; bu triplerle kıza çakarım, karnım doyar işime bakarım zannediyorsunuz. Yüce Rabbim, bana nasıl bir ego vermiş ki, siz renkten renge girerken; altıma sıça sıça izliyorum sizi. Bugüne dek bütün hesaplamaları %100 tutan bir altıncıhisli olarak söyleyebilirim ki, 6 ay sonra Bağdat'tan dönecek bir yanlış hesapla karşı karşıyayız. Gerçi bebe askerliğini Bağdat'ta yapmıyor ama olsun işte, lafın gelişi, anladınız siz onu.

Bir diğer yarım akıllı ise pek sevgili arkadaşlarımın Mr. Big ve Karadul lakaplarını taktığı yüce şahsiyet. Gerçi ne yalan söyleyeyim bu yavru ceylanı zamanında bir hemcinsim fena üzmüş, buncağızım da bütün hayat gayesini kaybetmişçesine dolanıyor şimdi ortalıklarda. Düşene bir tekme de ben vuramayacağım hayır, en iyisi bir an önce umudunu geri kazanmasını tavsiye edip, sağlam bir dostun yapacağı gibi telkinlerde bulunmak.

O halde üçüncü şahsiyete geçiyoruz. Tee aylar önce, sevdiceğim varken bana asılacak kadar ahlaksız bir şahıs. Ama onu buraya konu eden şey ahlaksızlığı değil, dangalaklığı daha çok. Sevdiceğim varkene bana açık açık "benim dosta ihtiyacım yok yeaaaa" tribiyle ya herro ya merro diyen bu genç, söylediklerinden utanmış, pişman olmuş bugünlerde. En azından iddiası bu yönde. Bense daha çok "he biz dün sinemaya gidiyorduk değil mi yea" diyorum bu duruma. Utanmış ve pişman olmuş bir adam, bu gazla verdiği sözlerin ardında durur. Neyse; madem yeniden bana sarmış, o halde tekrardan bu satırları okuyacağını varsayarak söylüyorum ki, kalıbı zaten küçük olan bu genç kalıbına sığmayı bile başaramayacak bir basiretsiz aynı zamanda. Hatırlar mısınız, bir zamanlar erkeklerin erkek gibi davrandığı, sözlerinin arkasında durduğu, efendi bir profil çizmekten zevk duyduğu bir dönem vardı, işte öyle bir şey...

Ve tabii ki assolisti en sona sakladım gençler. Egonun bir insanı nasıl vezir de, rezil de edeceğinin göstergesi olan bu şahıs son 2-3 gündür hayatımda drama queen boşluğunu doldurdu deyim yerindeyse. Tuğba'nın yarattığı o özlenen boşluğun tam dibine oturup, entrikalarıyla zevkten dört köşe yaptı beni. Yalnız bu olayda anlamadığım bir şeyler var; yani siz erkekler gerçekten bu kadar sosyal zeka özürlüsü müsünüz? Bir insan hali hazırda tanışan bir kıza ayrı, diğer kıza ayrı oynuyorsa neden sonucunda kızlardan birinin bu bilgiye vakıf olacağını düşünmez ki? Sonunu değil de donunu düşünerek kahraman olacağını zannetmek nasıl bir naifliktir ki; rutin olarak hayatıma sürekli böyle donlu taytlı kahramanlar giriyor hep. Aaah ah Süperman, hep senin yüzünden. Bu çakma egoistlere söylenebilecek tek bir söz var aslında. Yaz kızım, gereği düşünüldü. Sanık çok bilmiş donlu kahraman, zamanında kadınlar tarafından çok hırpalanmış olup, oynanan egosunu tatmin edebilmek amacıyla oynamaya çalıştığı kızlar... Eah baydım, kısa keseceğim. Arkadaşın özgüveninin zamanında içine sıçmışlar, o da böyle küçük küçük tatminler peşinde koşuyor. Götü ayrı, başı ayrı oynuyor işte.

Şimdi bu son paragrafta toparlamak gerek değil mi bütün yazıyı? Toparlıyorum o halde, hepiniz aynı bokun lacivertisiniz. Aranızda bir parliament mavisi bulursam hani birazcık daha parıldayan, belki o zaman düşünebilirim.

6 Aralık 2010 Pazartesi

One Might Stand

Tek gecelik münasebetlerin en büyük falsosu; taraflardan birinin diğerinden kayda değer bir biçimde hoşlanmasıdır. Sonuçta seks; taraflar birbirlerini tanısınlar ya da tanımasınlar; insanların yapabileceği en özel paylaşımdır ve inanılmaz derecede yüzeysel tutulsa bile; taraflardan biri diğerinden hoşlanabilir, hatta aşık bile olabilir.

İşte "one night stand" tabiriyle literatüre geçen bu tarz spontane seks ilişkileri bir anda taraflardan birinin bakakaldığı bir hal alabilir. Ben bu duruma "one might stand" demek istiyorum ufak bir haf farkıyla. Bu büyüyü yaratan da inanın aslında bu ufacık harf kadar ufak bir şey. Adamın performans başarısı da olabilir, seksi sevişmeye dönüştürebilecek ufacık bir söz de. Kişisel gözlemim; genellikle aşk hayatındaki yaraları büyük olanların bu girdaba sürüklendiği. Uzun zamandır sevgilisi olmayan adam; seks sonrası uyuma evresinden bile etkilenebilir. One night stand ilişkilerden sonra tabakhaneye bok yetiştiriyormuşcasına kaçmamızın sebebi de budur. İnsan; davranışlarını kötü tecrübelerinden yola çıkarak şekillendiren bir varlıktır, ve daha önceden yaşanılan hüsranlı bir one might stand; kişiyi bu acele kaçışa sürükleyebilir.

Benzer bir şekilde, ejekülasyon sonrası yabancılaşma evresinin suyu da çıkabilir. Bu genellikle düzenli seks partneri adayları arasında; ilişkilerine ilk başladıkları evrede görülür. Adam çok bağlanmasın, yapılan seksten; seks dışında bir anlam çıkarmasın motivasyonuyla uygulanan yersiz ve densiz hareketler bütünüdür aslında. Genellikle taraflar zaten hali hazırda aynı ortamın insanlarıdır, ya ilişkilerinin boyutu anlaşılmasın diye ya da karşı taraf sekse; sevişmek gibi bir anlam yüklemesin diye birbirlerini aşağılamaya ve kırmaya yönelik hakaretler ederler. Bu hakaretler illa ki sözlerle olmak zorunda değil. Beş dakika önce vücut dilinden şehvet akan bir adamın; seksten sonra bir anda sizle köşe kapmaca oynamasının başka bir izahı yok. Kuvvetle muhtemel, daha önceden yaşadıkları bir kötü tecrübedir bunun izahı. Ya hoşlanmışlardır, ya da hoşlanılmış olanlardır.

Oysa bu tutumun yanlışlığını sorgulamaya gerek dahi yok. Medeni insan taksiden inerken iyi günler dileyebilen, ekmek aldığında satıcıya teşekkür eden, çağrı merkezini aradığında bile merhaba demeyi unutmayan insandır. Hele ki seks gibi en özel paylaşımın yapıldığı bir insana, iş bittikten sonra değersiz ve gereksiz muamelesi yapmanın verilebilecek hiçbir özürü yok aslında. Odunluktan başka bir şey değil. Performanstan memnun mu kalmadın? İnsan gibi davranır ve bir daha aynı kişiyi tercih etmezsin, olur biter.

Ha bir de "istemeden oldu, anın büyüsüne kapıldım" insanları var, ki o insanlar ciddi anlamda kendilerini kandırırlar. Şöyle bir geriye baktığımda, ben nedense hiç bu tarz bir pişmanlık yaşamadım. Sırf sarhoş olduğum için, kimsenin elini dahi tutmadım. Bu kişinin kendini kandırmasından ibaret bir bahanedir sadece. İstemişsindir, götüne güvenmişsindir, sonrasını düşünebilecek kadar akıllı ya da düşünemeyecek kadar aptalsındır ve yaparsın. Yapmayacak kadar, kendine hakim, öngörülü insanlar sokaklarda gezerken "10 tequiladan sonra yiyosa dene" yaklaşımı ne seni, ne de partnerini bir sonuca ulaştırır; kendini doğru düzgün yargılamanı bile engeller. İnsan; kendisini anlamlandıramayacak kadar da zayıf olmamalıdır.

İşte bu yükü kaldıramayacak, kuralları baştan, GERÇEKÇİ bir biçimde belirleyemeyecek insanlar, one night stand türevi bir ilişki sonrasında one might stand olmaya mahkumdurlar. Karşındakiyle evlenmeyi düşünmene gerek yok, en ufak bir gelecek parıltısı görüyor ve bunu bile bile baştan her şeyi mahvetme ihtimalini göze alıyorsan sonucunda o yoluna devam ederken, arkasından bakakalmaya da katlanacaksın. Kadın erkek demeksizin, seks insanın başını döndüren, gözlerini karartan bir büyüdür; sabırsız davrandığın için burnunun ucundaki gerçeği görmeyebilir; sonrasında da gözlerin karardığı için bir süre daha kaybedenleri oynayabilirsin. Bu benim gözümde, asla alabileceğim bir risk değil. Hayatım ve kalbim; 3 kuruşluk zevkimden daha değerli ve onu hiçbir insanın, hele hele güvenilmeyecek erkeklerin mahvetmesine izin vermem.

Her insanın zaafiyetleri, zayıf noktaları vardır. Benim de var. Ama ben bunların neler olduğunu bilerek ve kendime hatalarımla ya da doğrularımla saygı duyarak yola çıkıyorum. Bedenimin güzelliğinin fani olması, ruhumdaki güzellikleri de kirletmem gerektiği anlamına gelmiyor, biliyorum. Korkularım, çekincelerim ve güvensizliklerim var; kendime ya da başkalarına karşı olması da bir şey değiştirmiyor. En ufak ihtimali bile hesaplayarak, kontrollü bir şekilde yaşayıp acıları kendimden uzak tutuyorum. Çünkü ben acı çekmekten beslenmiyorum, acılarımdan narsistçe bir haz almıyorum. Böylelikle arkama baktığımda, "keşke"ler bırakmamış oluyorum, "iyi ki"lerimle mutlu bir hayat yaşıyorum. Acılarından bıkan, tekrar tekrar aynı hataları yapan insanların en büyük sorunu; kendini korumak adına suçu başkalarına atmaktır. Kendini dürüstçe suçlayıp, sorgulayabileceğin durumları önceden görebilmekse, ihtimalleri ciddi ölçüde azaltır.