Bahçeli'nin dar, karanlık, eski ama samimi sokaklarında yürümek. Tunalı'da alışveriş yapmak. Bestekar'da dostlara rastlamak. Park Caddesi'nde içip içip dağıtmak...
Ankara'yı bilmeyenler için Ankara bunlardan ibaret. Ha bir de belki AVMlerde gezip tozmak. O kadar. Daha ne bekliyordunuz ki bu memur şehrinden. @06melihgokcek sağolsun, otobüs servisleri ve hatta saat 11'den sonra toplu taşıması yoktur Ankara'nın. Denizi yoktur, çayı bile yoktur Eskişehir gibi. Boklu bir iki gölden ibarettir suya dair her şey. Trafiği berbattır, kimsecikler sinyal vermez. Karı berbattır, okullar asla tatil edilmez. Boklukları da saymakla bitmez.
İstanbul'la karşılaştırılır hep, gönüllerin iki başkenti olmanın kapışmasıdır bu. Yanlış anlama, bahsettiğim neo-osmanlıcılık gibisinden bir karşılaştırma değil. Hani İstanbul'un Topkapı'sı varsa Ankara'nın da Eski Meclis'i vardır ya, onları karşılaştırmak yersiz işte. Şairler en güzel yanı İstanbul'a dönüşü derler mesela, böyle karşılaştırırlar.
Oysa ben şiirleri değil, onlara notalarla anlam katılmış şarkıları severim. Ankara'da aşık olmak zor iki gözüm derim. Öyledir de, yakışıklı adam yok ayol koca şehirde.
Ama şarkılar kadar anılarımı da severim. Her mayıs başında çimlere uzanıp dostlarımla kaldığım yerden sohbete devam edebilme lüksü vardır mesela benim Ankara'mın. Mezunlar gelir, merak eden ziyaretçiler gelir, öğrenciler gelir ve her Allah'ın günü açık olan masmavi hava gider, yerine yağmur bulutları gelir. Sahi nedir her mayfest zamanı Mikail'den çektiğimiz?
7'de avare avare dolaşmalarım gelir gözümün önüne. Amaçsız sokak turlamaları. Ya da maç kutlamaları. Takımı kaybetmesine rağmen gururla dattiridatdat diye ortalıkta bağıran 3 genç. Hatırladın mı Tuğçe'm? :) Mango'su gelir mesela, 7 bir anlamda Mango'dur benim için. Sahi bilir misiniz 7'deki Mango Outlet'de bu sene satılanları 2 yıl sonra göreceğim Taksim'de. Öyle de bi güzelliği vardır. Hala nerenin olduğunu bilmediğim o yemyeşil bahçenin önünde servis beklemelerim. Sevdiklerimle bir evde sabahlamanın keyfi. Bi erkeğe ilk ağda yapışımda çektiğim işkence :) Bunlardır benim için Bahçeli ve 7. Anılarımdır. Ah bir de oynanan Batakları unutmamak gerek. Sonracığıma Leman'da salıncakta sallanmaları. El Paso'nun happy hourları. O bufallo sosun orjinaliyle aynı lezzeti.
Sonra Tunalı gelir aklıma. Bu şehire ilk yerleştiğim gece hiç tanımadığım kızlarla taksiye doluşup gittiğimiz Karum. Aşağılara doğru Turunç'ta en sevdiğim İzmirliyle kahve içişim. Kuğulu Park'ın kuğuları. En rezalet ama en eğlenceli yılbaşım. Pasajları talan edişlerim. Aynı sokakta bana Marks&Spencer, Koton ve Mango'yu gezmenin keyfi, hem de açık havada! Ve arkasından patlatılan bir kahve. 10 yaşından sonra beni tekrar Mc'Donalds'a sokabilen o alkol sonrası açlık hissi. Az kalsın unutuyordum, Murphy's de kuantum tartışmaları ve çekim yasası, unutmaz değil mi İko? :) İsmail Abi'nin muhteşem sucuk ekmeği. Arabayı her park edişte dibinde biten ama yaptığı işten de bir halt anlamayan sümüklü velet.
Yukarıyı da saymak gerek. Arjantin, Filistin. Ankara'da feraye yiyebilmenin keyfi. Uzun uğraşlar sonucu ulaşılan karaoke bar ve dünyanın en tatlı pembe eteği. Big Chefs'te ete doymak. Las chicas, Ivy, Kuki, Cafemiz. Ordan Filistin; Tribeca, House Cafe, Kitchenette, Meet. Filistin'e kadar gelmişken Köroğlu'ndan, Nenehatun'dan, Reşit Galip'ten bahsetmemek olmaz. Az mı eller havaya yaptık Salata'da, az mı adam kestik Satsuma'da. Biraz aşağısı Esat ve Aspava'lar. Gece içilen çorbalar, yenen soslu soğanlılar. Üzerine de yak bir uzun Marlboro, en kırmızısından. Müessesenin ikramı.
Yukarıya çıkmışken aşağıya da inmeli. Bestekar demeli, Tunus demeli. Corvus'taki exchange partilerinden bahsetmeli. Otantik'te kıtır tavukludan bahsetmeli. Hayyami var mesela, ilk sevgiliyle ilk akşam yemeği, ilk şarap, ilk romantizm. Yerfıstığı vardı eskiden, pijamalarla gidip ölümüne dans edebileceğin paspallıkta ve bir o kadar da sevimli. Tribeca kahvaltıları. Market'in önünde her yaz gecesi sokakta demlenen gençlik. Kuruyemişçinin merdivenlerinde içilen ön demlenme malzemesi ucuz Angora şarapları. İş, aş, Haydar Baş! Kebap 49 önünde insanları beklemenin keyfi ve geri dönüşte yine aynı yerde dünyanın en muhteşem nohut pilavı. Locus Solus'ta keyifli ders çıkışı içmeleri. Nada ve Flat'in muhteşem kokyetlleri. Cosmo ile kafayı bulup Tint'ten bi çimdik tuz istemeler. Şeften gönderilen tabak tabak meyveler ve Mali'nin şahane ötesi göt oluşları :) Değnekçi terörüyle baş etme metodları. Şinasi sahnesinde Haluk Bilginer'i izleme keyfi. Durakta it gibi titreyerek, sıcacık yatağın hayaliyle servisi beklemek. Okşan ve egzantrik exchange arkadaşları ile saçmalamak :)
Bu kadar mı sandın Ankara'yı? Daha bunun Narquilla'nın bahçesinde nargile keyfi, Shot&Bite'daki transparan gömlekli şarkıcısı, fındık vodkanın inanılmaz lezzeti var. Kız kıza eğlenceden sonra gece yarısı yağmurun altında donuna dek ıslanmak. Uno oynarken yan dairede çıkan yangın. Evet, evet İlknur en boktan görünen ama en çok güldüğüm anılarım da seninle :) Dablyu var sonra, ilk açıldığında kimsenin adını yazamadığı. Transeksüel dansçılardan korkan sevgilinin çaresiz bakışları...
Ve ömrümün geçtiği yer; okulum, evim... Bilkent'im. Hocalarla içilen rakılar, kahveler ve hatta bakılan fallar. Hiç tanımadığın dedelerini İlhan Dede'de bulabilmenin lüksü. Kampüsün cazgır kedileri ve çığırtkan köpekleri. Lojmanlardaki teraslarda sevgiliyle el ele Ankara'yı izlemenin lezzeti. Sözeri'de zehirlenme riskine rağmen yoğurtlu soslu İnegöl'den vazgeçememek. Patik'in tasmasını bahçede çözebilmenin güven veren coşkusu. 76'nın önünde karlarda debelenmek, 10 kişi tren misali çimlere uzanıp sadece saçmalamak. Mozart'ta sabahlamak, spor salonunun merdivenlerinde fingirdeşmek. Eşofmanın altına Louboutinleri çekip Magellan'da şarabın dibine vurmak. Mezalluna'da burchetta, Kyma'da beğendili tavuk, Biber'de chicken&chips. Anne eli değimiş yemekleri Sokak 1 ve Sofa'da bulabilmek. Esperanza'da, MSN'de kumarbazın önde bayrak sallayanı olmak. E tepesinde, 3'te arabayı çekip manzaraya karşı flörtleşmek, içmek, bağırmak. Bitmek bilmez Altın Evin kapı kolları bile altınmış, çalsak mı geyikleri. Odeon konserlerine küfredip Doğudaki konserleri özlemek. Gecenin bir yarısı Shell'e yürümek. Çorba kasesinde nescafe içip 3 saat boyunca gülmekten ders çalışamamak. Balkona gelip duran kuşlar ve bir evde mülteciler gibi 30 kişi yaşamak. Sana diyorum Gül, tanıdık geldi mi bunlar :)
Ve daha sayamadığım niceleri. "Laila kapalıdır bugün siz Gölge'ye gidin" diyerek konsept anlayışını konuşturan taksici amca, seni hiç unutmadım mesela. Kapıda kaldığım için parmaklıklardan erkek yurduna beni sokan Çağdaş ve bilimum aşk sorunları. Sizleri de unutmadım :) Mogan Gölü'ne çay içmeye giderken Gölbaşı'na gidişimizi de, Belçikalının Yeri'nde yediğimiz efsane yemekleri de unutmadım.
Velhasıl kelam, Ankara gri, sönük, sıkıcı, boğucu ve keyifsiz bir memur şehri. Anılarıyla, kahkahalarıyla, gözyaşlarıyla baktığındaysa rengarenk, canlı, eğlenceli, özgürleştirici ve çooo...k keyifli bir memur şehri. Ankara'da aşık olmak değil de Ankara'ya aşık olmak zor iki gözüm ve ben giderken gençliğimi bırakıp gideceğim. Bunu Ankara'ya sadece çalışmaya, okumaya, iş halletmeye gelenler anlayamaz, yaşamaya gelenler anlar ancak. Benim gibi İstanbul'u bırakıp gelseler bile...