29 Kasım 2010 Pazartesi

Wikileaks Belgeleri

Normalde burada siyaset yazmayı çok sevmiyorum, nitekim bu yazı da op-ed tadında bir siyasi özetlemeden ziyade, okuduklarımdan sonra benim ne hissettiklerim olacak. İlk söylemem gereken şey sanırım belli; "günaydın", gerçekten bilmediğimiz, görmediğimiz şeyler mi sızdırıldı wikileaks sayesinde? Hükümet yanlılarının işine gelmeyecek belgeler oldukları kesin, ama zaten Türk halkı hükümetin yolsuzluklarına gözlerini yummadı mı seneler önce? Saçımız ak mı kara mı görmek için berbere gitmemize gerek yok, ortada ta İBB başkanlığından beri gülgür güldür yolsuzluk yapan, her ağzını açtığında saçmalayan bir Tayyip Erdoğan gerçeği var. Ve bir de kankileri tabii ki.

Benim kafamı daha çok kurcalayan soru bu sızıntının neden şimdi yapıldığıyla ilgili. Aylardır AKP hükümetinin ABD'nin gözünden düştüğünü zaten söylüyoruz. İsrail ile yaşanan gerginlikler zaten bunun bir kanıtı. Türkiye hükümet tarafından bir eksen değişimine zorlanıyor, hükümet devlet politikasını değiştirebilecek radikallikte eylemlere imza atıyor, mevkisinde devleti temsilen bulunan Gül hükümet şakşakçılığı yapıyor; zamanında 3 kuruşa toprağını satan Filistinliler için tarihten bihaber halk gözyaşları döküyor... İşte aylardır bir şeyler oluyor da neden bugün bu kadar alenileşiyor bu olay? Ben bunu merak ediyorum.

Gerçekten wikileaks'in inanılmaz bir küresel komplo olduğunu düşünmeyen var mı, buna inanabiliyor musunuz? Google bile sıçtığım bokun muhteviyatını bilebilecek kadar hayatıma hakimken, mümkün mü ABD'nin sızdırılmasını istemediği belgelerin sızmasına izin vermesi? Zamanında Rusya ile Küba'da devasa bir kriz yaşamayı göze alabilen, SSCB'ye blokaj uygulayabilen bir ABD'den söz ediyoruz, unutmayalım bunu. Koynunda yatan adamla iletişiminin kesilmesi bile ufacık bir emre bakar, ABD bu sızıntıları mı engelleyemeyecek sanki? Yok yok, komplo teorisyeni değilim ama düşmanla savaşmanın ilk kuralı düşmanı iyi tanımaktır, unutmamak gerek.

Yok Aliyev Nabucco'ya dair sıkıntısını dile getirmiş, yok İsrail Türkiye'deki eksen kaymasından olan hoşnutsuzluğumuzu belirtmiş. Ayol dünyanın gözünün önünde adamlar temsilcimizi tabureye oturttular, şimdi de alenen tabureyi ters çevirdiler ve tekrar oturun diyorlar.

ABD kim ki bütün bu yaptırımlarda bulunabilecek gücü olsun gibi bir şüphe gelebilir aklınıza. Evet adamlar son birkaç senedir sürekli hazinelerinden yiyorlar, ekonomileri sıçmış durumda, savaşa dayalı bir ekonomik gelişme gösterebildikleri halde Irak ve Afganistan yüzünden kendi sıçtıkları boku yiyecek hale geldiler ama unutulmaması gereken çok önemli bir şey var. Sağıma bakıyorum iPhone, önüme bakıyorum Windows, şu an bu yazıyı yazdığım site bile bir Google ürünü, soluma bakıyorum Imperial Tobacco ürünü bir sigara pakedi. Sittin sene hazinesinden yese yine emperyal bi güç ABD, gene yediğim ekmekten sıçtığım boka kadar hakimiyeti var benim üzerimde.

Eh işte bu yüzden ben Wikileaks belgeleri doğru da olsa, ne, neden, nasıl, kim sorgulaması ihtiyacı hissediyorum. Cennetteki elmadan farkı yok gözümde, yemesi an itibariyle lezzetli ama cennetten kovulmamız da an meselesi.

25 Kasım 2010 Perşembe

U-MUTSUZLUK

Romantik olmamam, duygularım olmadığı anlamına gelmiyor elbette. Var, hatta o kadar fazlalar ki bu aralar, bana bile çok geliyorlar. Özetle söylemek gerekirse, bu aralar mutsuzum ve hatta umutsuzum. Hangimiz gerçekten mutlu ki gibi gerekçelerle gelmeyin bana, etrafımdaki 10 insandan 8'i mutsuzdur ama gülümsemek için sebepleri vardır. İşte ben o sebeplerimi de kaybediyorum yavaş yavaş.

En yakın arkadaşlarımla bile konuşamaz oldum bu konuda; çünkü mutlular ve benim mutsuzluğumla onları sıkmaya gerçekten hiç hakkım yok. Kaldı ki, ergen triplerine girmenin de bir alemi yok. Hala bir şeyleri istediğim şekilde başaramamış olmaktan dolayı mutsuzum. Gözlerimi kapattığımda kilometrelerce öteden bile olsa yanımda olacak bir erkeğim olmadığı için huzursuzum. Canımdan çok seveceğim evlatlarım olmadığı için umutsuzum. Garip şeyler bunlar tabi, "yaşın 23 ulan, hele bi soluklan" diyenler de çıkacaktır ama işte demek ki yetmiyor.

İnsanlar benim genelde bu hallerimi pek görmezler. Her daim kahkaha atan, her olayda gülecek bir şeyler arayan bir kızım. Bu kadar çok gülümsememin sebebi de bu sanırım. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda, yolunda gidiyormuşcasına hayata feyk atmayı benden güzel başarabilen bir insan daha tanımıyorum. Uyandığımda yüzüme taktığım maskelerimi gerçekten seviyorum ama bazen yetersiz kalıyorlar işte. Bu yetersizlik yazdırıyor bana bu satırları.

Geriye dönüp baktığımda ciddi anlamda pişman olduğum hiçbir şey yaşamadım. En azından elimde gurur duyabileceğim bu var. Geçmişimde hesaplaşmam gereken hiçbir şey yok bu da benim bugünü yaşamamı sağlıyor. İşte bir de geleceği yaşayabilsem, gerçekten mutlu olacağım sanırım.

Neyse. Zaman. İlaç değil mi? Bende çok fazla kalmamış gibi hissetmem de normal o zaman.

10 Kasım 2010 Çarşamba

10 KASIM


Bugün başka bir şey yazmak istemedi canım. Kıyamadım. Hüzün doldum gene, özledim hücrelerimin son mitokondrisine kadar. Yeminler ettim tekrardan sana layık bir evlat olacağım diye. Bunları yazmak istedim sadece...

Olmuyor Ata'm. Sendeki gücü kendimde bulamıyorum. Çırpınıyorum izinden yürümek için, ama memleket öyle hainlerle dolmuş ki, korkuyorum. Ölmekten değil, yanlış anlaşılmaktan korkuyorum. Nefret edilmekten değil, hedef olmaktan korkuyorum. Senin mirasın uğruna çıktığım bu yolda; senin adını yanlış anlaşılarak lekelemekten ödüm patlıyor Ata'm. Seni yanlış anlatmaktan korkuyorum.

İnsana olan sevgini anlıyorum. İnsanların içindeki iyi niyeti her halükarda görebilme yeteneğine hayranım. Deniyorum senin gibi, çabalıyorum, yardım edebilmek için didiniyorum ama yakın çevremdekiler bile göremiyorlar bunu Ata'm.

Devrimlerinin izinden yürümeye çalışıyorum, bundan 100 sene sonra bile zamanın ötesinde fikirlerin olacağını görebiliyorum; ama ölümünden 72 yıl sonra bile senin görebildiğin o parlak geleceğe ulaşamamış bizlerin hata yapmasından korkuyorum. Senin güvendiğin bu millet, an be an mirasından yiyor Ata'm. Senin verdiğin özgürlüklerle, sanki sen bu özgürlükleri lütfedip vermişcesine seni yermeye çalışıyorlar Ata'm, ben utanıyorum. Senin; insanlara hakkı olanı verdiğini düşünüyorlar sadece, ihtirastan hırstan feragat ederek bu vatanın evlatlarını kucaklayabildiğini göremiyorlar ya, işte ben o zaman tiksiniyorum adını lekeleyebilenlerden.

Seni insanlaştırmak adı altında; özel hayatını didik didik ediyorlar Ata'm. Magazin malzemesi yapıyorlar, 72 yıl önce ölümüyle bütün dünyayı yasa sürüklemiş bir lideri. Hakaret ediyorlar, kirletiyorlar. Senin yerine diktatörleri tercih ettiklerini söylüyorlar. Diyorlar ki; sen onlara hak vermemişsin, onların dine bağlı bir biçimde yaşama hakkını elinden almışsın Ata'm. Göremiyorlar senden sonrakilerin; senin isteğinin aksine, seni tanrılaştırdığını. Halkın seni anlamaya değil, seni ezberlemeye zorlandığını göremiyorlar Ata'm.

Senin izinden yürüyen tıpkı senin gibi idealist ve korkusuz gençleri yok ediyorlar Ata'm. Geleceği emanet ettiğin gençler öldürülüyor, susturuluyor. Az biraz sabredip, yaşlanabilecek kadar yaşayanları da demir parmaklıklar ardına tıkıyorlar. Sivil darbe yapmakla, senin kurduğun vatana ihanetle suçluyorlar. Oysa suçlayanların dini imanı para olmuş, yatlarda katlarda geziyorlar. Senin yaşamanla şereflenmiş bir yata fuhuş bulaştırabiliyorlar, senin uyuduğun odalarda bizim vergilerimizi umarsızca çarçur edebiliyorlar Ata'm.

Senin süikast şüphelerine karşın korkusuzca indiğin halkın yanına yaklaşmak bir yana, halkına küfür ediyorlar Ata'm.

Ben özür dilerim bunlar adına. Ne kadar çabalarsak çabalayalım senin başardıklarını başaramamaktan korkuyorum ben Ata'm. Sen kötülerin arasında iyilerin de olabileceğine inanıp, imkan verdin bizlere. Biz ise o imkanları seni karalamak için kullanmayı seçtik Ata'm, özür dilerim.

Ne desem kifayetsiz, ne dilesem yetersiz. Keşke senin gibi toprağın altında olsaydım da, görmeseydim ölmeden uyutulmak ne demekmiş, görmeseydim insanların kötülüğü nasıl sınırsız olabilirmiş.

Sana söz veriyorum, aldığım her nefesle bile senin gösterdiğin yolda yürümeye çabalayacağım için.

Yapamazsam kız bana Ata'm. Yapamayan herkese kız. Sitem et, içerle, hakkındır zira biz senin hakkını teslim edemiyoruz Ata'm.

Huzur içinde uyu, nur içinde yat diyemiyorum. Biliyorum ters dönüyorsun mezarında, kemiklerin sızlıyor...

Ve ben sadece özür dileyebiliyorum.

2 Kasım 2010 Salı

Yardım İçin Elinizi Uzatın

Sıkça takip edenler bilir, 80630 adlı siteden bir çok kez bahsetmişimdir. Genelde sevgili bulma taktiklerinde açık verenleri eleştirmek adına çıkarımlar yaptığım bu siteden bugün bambaşka iki sebeple bahsedeceğim. Birincisi, site kullanıcılarından birinin bulduğu zor durumdaki bir kadın, ikincisi ise engelli vatandaşlarımız için Ataşehir Belediyesi'nin düzenlediği mavi kapak toplama kampanyası.

Zift mahlaslı kullanıcıdan direk alıntılamak gerekirse;


"merhaba arkadaşlar,

yardım amaçlı tabu ve tavla turnuvalarımızın yedincisi için harekete geçtik. bu kez yardım organizasyonumuzun odağında bir çaresiz bir kadın var. şimdiye kadar ya bir hastaya ya da bir yakını hasta olan birilerine yardım etmiştik. bu kez ülkemizdeki binlerce kadının yaşadığı trajediyi yaşayanlardan birine el uzatmaya çalışıyoruz.

yardım edeceğimiz kişi emine çaylak . 35 yaşında. ilk okula giden 7 yaşında bir kızı var. kızının ismi fatma bahar çaylak.

burhaniye mahallesinde (ümraniye taraflarında) oturuyor. şimdiye kadar hiç çalışmamış. orta sınıf, muhafazakar yaşam şeklinin dayattığı hayatı yaşayan binlerce ev kadınından biri. "kadının yeri evidir" düzeninin içinde büyümüş, evlenmiş. muhtemelen başka türlüsü aklına bile gelmemiş. gelse de içinde yaşadığı aile düzeni sınırları çizmiş. ama o düzeni dayatanlardan biri, "kadının yeri evidir" diyenlerden biri, kocası kendi düzenine ihanet etmiş. ortadan kaybolmuş. anne ve kızı tam kışa girerken ortada kalmış durumdalar.

kadın eğitimsiz. okuma yazması yok. o kadar kısıtlı bir hayat yaşamış ki, kendisiyle iletişim içerisinde olan arkadaşımız (mimili) otobüse binip bir semtten bir semte dahi gidemeyeceğini iddia ediyor. aşırı utangaç ve çekingen bir kadın. öte yandan bu trajediye ilave olarak köylülerinden gelen bir baskı var. bazı köylüleri "kadının yeri evidir, evinde çocuğuna bakar" felsefesinden hareketle herhalde, “işe girersen sgk'ya ihbar ederiz. çocuğunu elinden alırlar” diye gözdağı vermifller. ama hayatına karışırken köylüleri olanlardan elini tutup sahip çıkmaya gelince ses seda yok. kadın nasıl geçinecek, nasıl yaşayacak düşünen yok. ev sahibi evdeki bacayı kapattırmış, odun - kömür yakamayınca üşüye üşüye oturmaz da evden çıkar diye. sonra mahallenin imamı araya girmiş adamı yumuşatmış biraz. şu anda konu komşu yemek verirse karınları doyuyor. küçük kızın psikolojisi bozulmuş. sınıfındaki tüm çocuklar okumayı sökmelerine rağmen fatma harfleri bile sökmekte zorlanıyor.

mahallenin imamı mahalleliden, esnaftan para toplayıp kadının 4.000 lira olan birikmiş kira borcunun 1.000 lirasını ödemiş. 400 lira olan kirasını da 250'ye düşürtmüş. ama kadını evinde ziyaret eden arkadaşımız evin durumunun berbat hatta kaba tabirle ahır gibi olduğunu söylüyor. evde bir doğalgaz sobası varmış ama tabi doğalgaz kesik. anne - kız üşüye üşüye oturuyorlar. ayrıca bakkaldan veresiye alarak oluşmuş 400 liralık da bir borç var.

çevreden tanıyanlar bir işyerinde çay, kahve servisi işi ayarlamışlar. çocuğu okulda iken yani 13.00 - 17.00 arası o işe gitmeye başlamış. muhtemelen o işten 400 - 500 lira verirler. 400'ü geçmeyeceğini düşünüyoruz zira iş yarım gün çünkü. ama 400 liranın 250 lirası kiraya verilince kalan 150 lira ile iki kişi nasıl yaşar belli değil haliyle.

tablo böyle. bizim elimizi taşın altına koyacağımız kısım ise şu;

topladığımız parayla öncelikli hedefimiz emine ve kızının bu kışı olabildiği kadar iyi atlatması. kira borcundan ziyade birikmiş fatura borçlarını kapatıp, kesik olan elektrik, su, doğalgaz her ne varsa açtıracağız. bakkaldaki veresiye hesabını kapatacağız. sonra kış boyunca idare etmeye yönelik kapsamlı market alışverişi yapacağız. taze yiyeceklerin yanısıra, uzun süre dayanabilen erzak türü alışverişe ağırlık vereceğiz. işte camı, kapısı varsa kırık onu taktıracağız. ayaklarında kışlık botları yoksa bot alacağız. yani barınma, ısınma, giyinme, beslenme gibi temel ihtiyaçları elimizden geldiğince tamamlayacağız.

bütün bu şartları yerine getirdikten sonra kalan para ile emine'nin ev sahibine gideceğiz. bu parayı ona verip bi nevi emrivaki yapacağız. kendisine tatlı dille bu kadından 3.000 lirayı tahsil etmesinin imkansız olduğunu, kadını evden atsa 3.000 lirasının tarihe karışacağını, evine de bu haliyle 250 liradan fazlasını kimsenin vermeyeceğini, kadının iş bulduğu için bundan sonra kirayı ödeyebileceğini, bizlerin de kadına ek işler bularak ödemesine yardımcı olacağımızı, en güzel çözümün bu parayı kabul edip mevzunun kapanması olduğunu tatlı dille anlatacağız.

buraya kadarı kısa vadeli çözüm.

emine ve kızının gününü, yani aslında kışını kurtaracağız. yanısıra yapabileceğimiz birşeyler de var. çalıştığı 13.00 - 17.00 saatleri dışında evde yapabileceği el işi türünde işler arayıp, yönlendireceğiz. fabrikaların evlere verdikleri montaj işleri gibi işler olabilir, dikiş - nakış tarzı işler olabilir. bu konuda hepinizden yardım bekliyoruz. bunca kişi arasında hem işletmesi olup böyle işler verebilecek hem de tanıdıkları, bağlantıları olan birileri çıkacağını düşünüyoruz.

ayrıca yardımın son kalemi olarak da kışlık giyecek toplamayı düşünüyoruz. evlerimizde kullanmadığımız, küçülmüş, gözden düşmüş ama iyi durumda kışlık, kazak, hırka, mont, kaban vs. gibi giyecekleri toplayıp götürürsek son adımı da yerine getirmiş olacağız.

bu amaçla her zamanki mekanımızda (tophane - çınaraltı) 7 kasım 2010 pazar saat 13.00'te tavla, tabu ve pes 2011 turnuvası yapacağız. katılım ücretini altı ve üstü katılımcılara bağlı olmak üzere 20 tl olarak belirledik. ama yardımcı olmak isteyenler için ne bir alt limit ne de üst limit var. yardımın yerine ulaşması konusunda soru işareti olanlar "mimili" nickli kullanıcımıza ve bana her aşamada istediğini sorabilir ve fiilen de organizasyonun içinde bulunabilirler.

tavla birincisine, pes birincisine ve tabu birincisi takıma kitap hediye edeceğiz. sonucu ve süreci yine bu forumdan ya da yeni açılan ilgili forumdan duyuracağız.

maddi ve manevi her türlü desteğiniz için şimdiden teşekkürler. "

ikinci alıntı ise emreciksin mahlaslı kullanıcıdan geliyor;

"yurt genelinde başlatılan ve engelli vatandaşlarımız için bir umut ışığı olan plastik mavi kapak toplama kampanyası.topladığımız her 250 kg ( yaklaşık olarak 10000 kapak) değerindeki mavi kapak bir adet engelli sandalyesi alıyorsunuz.

dünya engelliler merkezi ve istanbul ataşehir belediyesi işbirliği ile gerçekleştirilen kampanyanın süresi yıl sonuna kadar uzatılmış.

kapakları göndereceğimiz adres: küçükbakkalköy mahallesi. kayışdağı caddesi. no:143 ataşehir belediye başkanlığı çevre koruma ve kontrol müdürlüğü. ataşehir/istanbul (kargo ücretini ataşehir belediyesi ödemektedir.)

burda hatrı sayılır bir kaç gönüllü abimiz / ablamız bu işe öncülük edsin, destek olmak isteyen userlerimiz belli bi tarihe kadar topladıkları kapakları bu kişilere teslim etsin, onlarda toplanılan kapakları gerekli yere teslim etsinler. böylece bizlerinde site olarak bu kampanyaya bi desteğimiz olsun, belki 1 belki 2 tekerlekli sandelyede bizden olsun engelli vatandaşlarımıza.

bu kampanya süresince bizlere destek olmak isteyenler arkadaşlarımız kimler acaba ? benim çevrem geniştir, mahalle eşrafında sevilen biriyimdir, komşularımdan, eşimden dostumdan, sokağımdaki kahvehaneci esnafımdan bu konuda destek istesem beni kırmazlar ve iyi sayıda kapak temin edebilirim diyenleri görelim lütfen (:

şimdi bizlere önce kapak temininde yardımcı olucak bir sürü arkadaş sonrasında bu kapakları bu arkadaşlardan toplamak için bir kaç arkadaş lazım. istanbulun iki yakasından, farklı bölgelerden.

değerli modumuz mephistopheles ve placebo nickli arkadasımız bu konudaki ilk öncü arkadaşlarımız.

evet arkadaşlar bu kampanyaya destek için biz kaç kişiyiz ?"


Alıntılar meseleyi etraflıca anlattığı için ekstra bir şeyler yazma ihtiyacı duymuyorum. Ancak yardım edemeseniz bile okuduğunuz bu makaleyi etrafınıza iletmenizi rica ediyorum. Şimdiden teşekkürler.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Sekse Zam Geldi!

Bundan 20 yıl kadar önce seks dediğimiz hadise iki türlü olurdu, ya karı koca arasında ya da evlenmeye karar vermiş müstakbel karı koca arasında. En azından genel şablon bu yöndeydi. Şablon değiştikçe erkeklere gün doğmuş gibi gözükse de, içindeki kaşarı dizginleyemeyen kadınlara da gün doğmuş oldu. En azından biz öyle zannettik. Oysa etrafıma baktığımda gördüğüm tek şey kendini Samantha gösteren Charlotte'lar. ( Sex and The City karakterlerini bilmeyenlere dip not: Samantha tüm hayatı sikiş, sokuş - dikkat edin sevişmek demiyorum - üzerine kurulu bir karakter, Charlotte ise pembe pancurlu ev hayalleriyle iştigal yüzyıllardır. ) "Oh süper özgürüz, kriterlerimiz dahilinde önümüze gelene veriyoruz" sunumuyla süslenmiş "yine de zengin bir koca bulup, seksi üremek için kullansam fena olmaz gibi" alt metinlerden ibaretler.

Biz de geçtik tabii bu yollardan, ama bu erkek meselelerine küçük yaşta adım atan bir insan olarak diyebilirim ki, Allah'tan çok uzun bir yolculuk olmadı bu. Her gece bir bardayız, haydalaylay modlarını yaşadığımda üniversiteye bile başlamamıştım. Aslında ülkedeki çocuk evliliklerini düşününce, çok da küçük değilmişim karşı cinsle haşır neşir olmak için ancak kendini beyaz Türk zanneden oysa kötü birer replikadan ibaret bacılarımdan bir adım ötedeymişim işte. Sanırım bu biraz da aileden gelen bir şey, neticesinde ben daha ilkokuldayken kuzenlerim gece hayatından sıkılmıştı bile. Elalem Ankara'daki 3 kuruşluk meyhaneleri matah zannederken, ben Etiler'in göbeğindeki eller havaya mekanlarından gelmiş ve ortamlardan sıkılmıştım. Sonuçta, annemler elle havaya yaparken iki sandalye birleştirip, sahne kenarında uyuyan çocuklardandım ben. Milletin daha bıyıklarını aldırmadığı yaşta, "olm evinde bi güzel yiyiştik" tribine girenlerin arasındaydım.

Bundan mütevellit zaten "sevgili" mertebesine terfi ettirme planlarımın olduğu adamların evine jartiyerleri, mini etekleri giyip gitmedim gecenin 11'inde. Ya da dünyanın en sikimsonik barında tanıştığım iTunes DJ'inin müzikal yeteneklerinden etkilenip, oracıkta vermedim hiç. Bu yollardan geçeli çok oldu derken, elalem bir duraktan öbürüne yürüyerek Anadolu Yakası'ndan Avrupa Yakası'na geçerken, ben aktarmalı uçuşlarla kıta değiştirdim demeye çalışıyorum. Bu yönden akıllıymışım evet, zaten kendimi takdir etmek için de yazdım bu satırları, mütevazılığın götüne tekme atayım. Her neyse, elalemin bu durumu bende yoğun bir gözlem birikimine de yol açtı tabii. Etrafımdaki dosttan saydıklarımı sık sık uyarmak zorunda da kaldım. Bir Samantha duyarsızlığı sergileseler de içlerindeki Charlotte ortaya çıkmak için debeleniyordu ve ben buna seyirci de kalamıyordum. Benim hata yapmak gibi bir lüksüm yoktu, pişman olmaktan nefret ederim ve hayatımda da hiç pişmanlık duymadım, aynı şekilde arkadaşlarımın da hata yapmak gibi bir lüksü olmamalıydı zira iş sevişmekten vazgeçip, seksle yetinmeye geldiğinde, olaylar sarpa sarıyor, kişi içinden kurtulamayacağı bir girdaba dönüyordu.

Elbette ki, benim de kaşarlıklarım oldu, ama dediğim gibi işi sadece musluktan bira akıtmaktan ibaret olan barmen çakmalarıyla tek gecelik ilişki yaşamaktansa, en azından bir kaç hafta sürebilir nitelikteki faydalı arkadaşlıklar kurmaktı tercihim. Hayat kalitemi, geleceğimi ve akıl sağlığımı korumak adına böyle bir seçim yapmış olmak da beni hiçbir zaman reddedilen, pişman olan, kendinden geçen kadın konumuna sürüklemedi. Zannedilenin aksine seks duvara attığın çentiklerle değil, zamanla geliştirilen bir yeti.

Bunu öğrenmiş olmak da, Charlotte'tan bir adım öteye götürebildi beni. Günümüz Türkiye'sinde seks kelimesini bile kullanmak Samantha damgası yemek için yeterli olsa da, Miranda ( ikinci dipnot: kariyerine önem verdiği için çentiklerle pek uğraşmayan ancak hayat kurarken; bu hayata bir koca ve güzel bebeler de sığdırabilmiş S&TC karakteri. ) olarak değerlendirilmem daha mantıklı. Neticesinde diploma almak adına okumak yerine, öğrenmek ve öğretmek istediklerim için diploma istedim ben. Daha önce hayat planlarımdan bahsetmiştim, o yüzden tekrar etmeyeceğim, ancak hatırlatmak istediğim bir şey var: bir koca sahibi olmak planın kilit noktası gibi görünse de, koca sahibi olmadan da huzurla yaşlanıp, ölebilirim, planlarım gerçekleştiği takdir de. Miranda olduğumu kabullenmekse ilişkilerimi ve erkeklere olan bakış açımı tamamen değiştiren bir şey. Kocasız aile kurabilirim, işime gücüme odaklanabilirim ve sekse bağımlı olmadan ancak biyolojik bir ihtiyaç olduğunu da kabullenerek çok da mutlu yaşayabilirim. Ne açılmadan iade, ne de aşırı yıpranma durumu.

İşte bu da, o çok eğlendiğim kaşarlıklarımı geride bırakmama sebep olan uyanıştı. Ne hayatımın kontrolünü bir gece önce tanıştığım ne idüğü belirsiz bir adama bırakıyordum, ne de var olma mücadelemde farklı bir soyada ihtiyaç duyuyordum. Elbette aseksüel olmadım, elbette geride özlenen sevdicekler de bıraktım ancak bu uyanışla beraber erkeklerin arkasından ağlamayı, önünden yemeyi, sağından istemeyi zerre umursamaz oldum. Yine 15'lik çıtır gibi heyecanlanıyorum çok hoşlandığım biriyle konuştuğumda, ancak artık onu vazgeçilmezler kefesine koyup, hayal kırıklıklarımla boğuşmuyorum. Yine hormonlarım coşuyor çok afet biriyle tanıştığımda, ancak onunla seviştiğimi kafamda kurmuyorum. En önemlisi de, erkeklerin hareketlerine anlam vermekten ziyade, onları bu şekilde davranmaya iten geçmiş tecrübelerini düşünüp daha sağlam adımlar atabiliyorum.

Bu sayede ulaştığım en önemli olgunluk da, bitince bittiğini kabullenmek oldu. Her kadın gibi özgüvenimin kırıldığı noktalar var, ama artık karşımdakini irite edebileceği için zekamı saklamıyorum ya da sırf bi adamla geçirebileceğim güzel geceler uğruna salak saçma rejimler yapmaya kalkışmıyorum. Aynı şekilde, sevgilimden ayrıldığım zaman aslında onun dünya üzerinde kalan, beni sevebilecek son adam olduğunu da düşünmüyorum. Daha çok "olsa ne olur amk, bitti bi kere, başkasını bulamasam da ağız kokusunu çekmeyeceğim artık" diye düşünüyorum ve bu da verdiğim kararların arkasında daha sağlam bir figürle durmamı sağlıyor.

İşte bu yüzden de etrafımda Samantha maskeli Charlotte'lar gördükçe deliriyorum. Carrie meselesine giremiyorum bile, bir erkek için zevk aldıklarımı değiştirmeye çalışmak, asla kendime yakıştırdığım bir hareket olmadı. Ben ne başını ne de bacaklarını yaslayacak bir omuz arıyorum. Omuz omuza verebileceğim bir adam bulabilirsem ne a'la diyorum.