28 Eylül 2010 Salı

Kadın Acizliği

Yazmaya değer konu bulamadığım için yazamadım bir kaç gündür, ama mesele yazmaya değer konu bulamamak değil, okumaya değer kitaplar bulamamakmış. "Ye Dua Et Sev" isimli kitabı okuyorum bu aralar, gerçi kaptırınca günde 2 kitap bitirebilecek kapasiteye sahip bir insan olmama rağmen 3-4 günde 57'nci sayfaya yani 10'uncu bölüme anca gelebildim. Muhtemel sebebi, yazarın başına gelen her durumda bir yerlerde cenin pozisyonu alıp salya sümük ağlaması ve Tanrı'ya sığınmaya çalışması. Sığınmaya çalışmak diyorum zira anladığım kadarıyla yazar boşanma evresine dek ibadet etmeyen ama inançlı bir birey. Bir nevi deist de diyebiliriz ancak kendisinde yeterli felsefi birikim yok kendini deist olarak tanımlayabilmesi için. Velhasıl kelam, bu kızımız kocasından boşanması gerektiğini fark ederken ilk duasını da ediyor ve sonrasında hayatı daha ruhani bir boyut kazanıyor. Yanlış anlaşılmasın, kızımız her ABD'li gibi kendini katolik/anglikan/hede hödö klisesine adamıyor, kuuuuuul (cool diye yazılır) ABD'liler gibi asya inançlarına veriyor kendini. Şamanlarla tavla oynuyor, Kabalacılarla batak masasına oturuyor falan feşmekan.

Henüz kitabın 10'da 1'ini bile okumadığım için çok da detaylandıramayacağım ama kitabın giriş kısmı bu şekildeyse, gelişme ve sonuçta da hanım kızımızın kişisel gelişmesini adım adım ifşa edişine şahit olacakmışım gibi geliyor. İşte ben bu noktada bu kitaba verdiğim 9.90TL'ye acımaya başlıyorum. Allahtan gidip cep boyunu almışım yoksa 10 lira daha verecek, iyice pişman olacaktım. Kitabın içeriği herhangi bir kişisel gelişim kitabının romanlaştırılmış ve romantikleştirilmiş hali. Ha bu kadar saydım ve sövdüm ancak bana hiç mi faydası olmadı henüz, oldu, tabii ki oldu: kadın olmayı aciziyetle eşdeğer görebilen mentalitenin örümcek ağlarına şahit oldum sayesinde. Ama sanırım bu biraz da annelerin, yani yine biz kadınların suçu. Şimdi bu hanım kızımız daha hayatı tanıma evresinde evlenip, barklanmış, sonra da kocası olmadan kıçını kaldıramaz hale gelmiş. Kocası da az orospu evladı değil hani, kızımızın yazdığı kitaplardan telif hakkı bile istiyor boşanırken. Velhasıl kelam kitap kızımızın erkek bağımlı hayatından kurtulup kendi ayakları üzerinde duruşunu anlatıyor. Ancak garip olan, kızımız bu adımları neredeyse 30 yaşında atıyor. İşte bu noktada da, muhtemelen annesinin onun bilinçaltına kazıdığı acizlik ortaya çıkıyor. Gak deseler hıçkırıyor, guk deseler ağlıyor bu kızımız. Ve ben, belki de ilk defa, bir roman karakteriyle empati kuramıyorum. New York'ta yaşayan bu kadın Sex and the City'nin efsane karakteri Charlotte York'tan bile daha aciz, daha duygusal, daha bağımlı bir kadın resmen! Bense buna katlanamıyorum! Boşanmış bir ailenin, anne tarafından yetiştirilmiş tek çocuğu falan değilim. Bu vesileyle öğrenmedim kendi ayaklarım üzerinde durmayı. Beni kıvama getirdikten sonra işine dönen, eşinden bağımsız bir hayat da sürdürebilen anne figürünün yeri karakterimde yadsınamaz ancak annem kadar önemli bir husus daha varsa; o da babamın ta kendisi. Kendimi bildim bileli çok yakın hısım akrabadan olmadıkça bayram şekeri bile almama müsaade etmeyen bir babaya sahibim. Adamın 10 yaşından beri bana öğütlediği bir kaç gerçek var:

- Zengin koca peşinde koşan aptallardan olacağına, oku ve kendi kariyerini geliştir. He aşık olduğun adam da zengindir o ayrı ama asla kocana bir çöp dahi aldırma.

- Hayatını kimse üzerinden idame ettirmeye kalkma, benim üzerimden bile. Zira zamanı gelince biricik kızım da olsan kıçına tekmeyi basar, kendi paranı kazanmanı zevkle izlerim.

Bu iki noktayla özetlenebilecek öğütler sağolsun, değil boşanırken kocanın varlığına el koymak, evliliğin en cicim günlerinde bile kocamdan kuaför parası bile isteyemezmişim gibi geliyor. Tabii yine de büyük konuşmayayım ama öyle bir duruma düşsem onurumun kırılacağı kesin.

İşte böyle bir insanken, ve erkeklerle yaşadığım sorunlar için cenin pozisyonu alıp ağlamayı 13-14 yaşında bırakmışken bana çok saçma geliyor Liz'in bu halleri. He hüzünlenip hiç mi ağlamadım, o kadar mı taş kalpliyim? Tabii ki ağladım ama süper acıtasyon pozisyonlara bürünüp, Tanrı'ya yakara yakara değil. Daha çok sinirden ağladım, hatta bir yandan ağladım bir yandan da kahkahalar attım. Ben de bu tür bir ruh hastasıyım. Ama yine Liz gibi ruhumu tedavi etmek için ilk fırsatta Etiyopyalı büyücülere koşmadım; milyonlarca kadının yaptığı gibi Chanel kataloğuna baktım. Hem daha az masraflı, hem de 5 dakikada nirvanaya ermeni sağlıyor, yalan mı? Hele ki Tanrı'ya erme mertebesi var ki, aman aman. Dünyadaki bütün semavi dinler erkek egemenliğinde şekillendirilmişken, Tanrı'ya niye ermeye çalışayım ki? Yani yalınayak toprağa basar, sonra da olmayan Doğa Ana için tütsüler yakarım hiç değilse hemcinsimden dayanışma beklerim, daha bir mantıklı geliyor bana.

Uzun lafın kısası: "Ye Dua Et Sev" daha emir kipleri arasına virgül koymayı bile beceremeyen, gereksiz bir kitap. Buradan yazara sesleniyorum; "Ye, iç, Eğlen" versiyonu çıkarsa daha bir okunur olur gibi, en azından onu daha bir keyifle okurum.

16 Eylül 2010 Perşembe

Tecavüz

Türkiye'de yaşayan bir kadın olarak tecavüz girişimine de maruz kaldım, tacize de. Başarısız girişimler bile benim elimi ayağımı titretirken, tecavüze uğrayan kadınların durumunu, tecavüzcüsüyle evlendirilerek hayatı sönen hemcinslerimi düşünemiyorum bile. En az adam öldürmek kadar vahşi bu suça maruz kalmanın bile cezası var toplum içinde ancak uygulamanın bir cezası yok. Aksine tecavüzcülerin bile kanıksanabildiği bir dönemde, seksin tabu olduğu ancak tecavüzün meşrulaştığı bir coğrafyada yaşıyoruz.

Umursamamak, kulak tıkamak, yok saymak bir çözüm değil. Cerahati yok sayan ülkem, yarın cerahatten öleceğini öğrendiğinde anlayacaktır önlemin çok daha önceden alınması gerektiğini.
Durumun vehametini anlatmak için son 5 yılda duyduğum olayları da açıklamam gerek sanırım.

Tecavüz girişimine maruz kalan bir kız arkadaşım, kadın dostları tarafından dışlandı, sosyal ortamlardan egale edilmeye çalışıldı, kabuğuna çekilmeye zorlandı. Oysa ben hemcinsime destek olmayacaksam, cinsiyet farkı olmaksızın insanlığın bana destek olmasını nasıl bekleyebilirim ki?


Haberlerde okuduğumuz şehir efsanesi olmayan başka bir olay. Kadın 3 kişi tarafından kaçırıyor, yüzü kapatılarak 4 kişi tarafından tecavüze uğruyor. Yüzünü görmeyen dördüncü kişi ise kendi öz ağabeyi ve durumu öğrendiğinde diğer 3 arkadaşını öldürüyor. Yani sen başkasının bacısına yaparken iyi, senin bacına yapılınca kötü adlediliyor tecavüz.


Yine bizzat tanıdığım bir başka kadın, kışın bir tek inşaat işçilerinin, bekçilerin ve yerlilerin kaldığı Silivri'de günlerce bir inşaatta tecavüze uğruyor. Şimdi bu kadın, kız kardeşinin ailelerini tanıdığı, bildiği, güvenilirliği defalarca kanıtlanmış erkeklerle bile konuşmasına katlanamıyor ve kendi uçurumunda yavaş yavaş can kaybediyor.


Kendi okulumda efsaneleşmiş bir başka olaya gelince. Bahar şenliklerinde içki şişesiyle öldürülen kız sonrasında erkek arkadaşı ve diğer arkadaşları tarafından tecavüze uğrayıp gizlenerek bırakılıyor. Düşünün ki, Türkiye'nin en iyisi diye adledilen okulumda böyle yaratıklar barınabiliyor.

Bu olaylar bile insanın kanını dondurmaya yeterken; kadın asıl darbeyi çevresinden alıyor:


-O saatte sokakta ne işi var canım!

-Kuytuda gezmeseymiş o da!

-O kadar kırıtarak yüyürse olacağı bu!

-Kendini erkek sanıyordu müstehakını buldu!

Kadınla erkeğin günün belli saatlerini paylaşmasını öngören bu tepkilerin nasıl bir kafayla verildiğini anlamaksa çok zor değil. Sağlıksız düşündüğü açık olan bu insanların yoksun olduğu en önemli duygu empati. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığından daha da çirkin olan bu mantık, ülkemizi sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda öteye taşımaktan ziyade, cahiliye dönemine götürebilecek kadar çirkin ve soysuz bir mantık. İşin acı tarafı bu tarz cümleler en çok altın günlerinde dillendiriliyor, kadınlar tarafından dedikoduyu süslemek için kullanılıyor. Yani zaten tecavüzle zarar görmüş bir kadın, son darbeyi de yine kendi hemcinslerinden yiyor.

Oysa kirlendiği düşünülen o kadın, konuşlanlardan çok daha temiz, çok daha değerli toplumumuz için zira o haksızlıklara uğramış bir kadın ve isterse diğer haksızlıklarla mücadele edecek gücü kendinde bulabilir!

15 Eylül 2010 Çarşamba

Amsalak

Son 2 aydır hayatımda hiç kullanmadığım kadar çok kullandım bu kelimeyi. Böyle 2-3 yılda bir döngüsel olarak bir arkadaşımın amsalaklığına denk geliyorum ve açıkçası "karı kız uğruna arkadaşını bile hiçe sayabilecek, kızların çektiği numaraları bile anlayamayacak kadar aptallaşan erkekler"i tanımlamak için yaratılmış en güzel kelimedir diye düşünmekteyim. Bu tarz erkekler sağolsun amı olanın gamı da olmuyor tabii. Ancak benim bugün tartışmak istediğim amsalak erkekler değil, amsalak erkek avcısı kadınlar.

Bu kadınlar yüzünden adımız manipülatöre çıktı sağolsunlar. Erkeği çaktırmadan, onore ederek tava getirmek gerekirken; üstelik bunu erkekler yüzyıllardır anlayamamışken şimdilerde bu kadınlar yüzünden kurunun yanında yaş da yanıyor, işte benim canım en çok ona sıkılıyor.

Amsalak avcılarının kurbanlarını yavlamak için attığı abartılı yalanlar yüzünden, sıradan bir kadın başına gelen ilginç olayları anlattığında bile yalancı damgası yiyebiliyor. Yine bu kadınlar yüzünden zamanında cüzdanı baya bir tırtıklanmış bir erkekten düğününüzden sonra adettendir diyip yüz görümlüğü isterseniz, mal mülk düşkünü damgası yiyebiliyorsunuz.

Elbette sizlere yaşattığımız zevk, verdiğimiz mutluluk öyle bedavaya değil ancak amsalak avcısı kadınlar sağolsun, karşılığında beklediğimiz huzuru, mutluluğu bile bize çok görüyor, bir kez kazık yediğinizde asla güvenmiyorsunuz.

Oysa çözüm çok basit! Telekız görünümlü, parasının kaynağı belirsiz, sizi kancaya takıp yıllarca süründürebilecek cinsten kızlardan uzak durmak. How I Met Your Mother dizisinin son sezonunda, kaçıncı olduğunu hatırlamadığım bir bölüm var. "Rightnow" yani "şimdilik" kelimesinin nasıl bir olta olduğuyla alakalı. İzleyin, aydınlanırsınız.

Amsalak avcısı kadınlara gelince, siz de elbet takılacaksınız bir kancaya! Dinimiz, amin!

14 Eylül 2010 Salı

Hayvanlara Yapılan Şiddet ve Tecavüze Dur Diyebilmek Zor Değil

Uzun zamandır yazmıyordum zira son 1 aydır düzenli olarak vaktimi ayırdığım çok önemli, çok hassas bir konu var. Hayvanlara yapılan şiddet ve tecavüzün engellenebilmesi.

Açıkçası Tuna Arman'ın eylemine ilk katıldığımda durumun bu derece vahim olduğunu ben de bilmiyordum. Kedi kesen 15 yaşındaki kızlar ve kırsal bölgelerde at, eşek, köpek gibi hayvanlarla cinsel ilişkiye giren erkekler ve bir de zoofili hastalarından ibaret sanıyordum. Oysa durum gerçekten vahimmiş, sokakta imza toplayarak geçirdiğim bir ay sonrasında üzülerek söyleyebilirim ki, bu sapıklar gerçekten içimizdeler!

İlk bir kaç gün boyunca henüz eyleme katılan diğer arkadaşlarla samimi olmadığımdan gözlemleyebildiğim tek şey halkımızdaki tavana vurmuş inkar yeteneğiydi. Benim 15 yaşında veletken bildiğim eşeğe tecavüz durumuna bile inanmıyorlardı. Gösterilen resimler onlar için fotoşok hilesinden başka bir şey değildi. Bizler rant peşinde koşan, bir avuç "sözde" hayvanseverdik sokaktakiler için.

Zamanla yoldaşlarımızla daha samimi oldum ve çok daha vahim şeyler öğrenmeye başladım. İmza toplayan bazı arkadaşlarımıza "ben de yaptım ne var" tepkisini verenden tutun da, kendini hayvansever ilan edip, hayvanseverliği tekeline aldığını zanneden bir takım akıl hastaları da aramızda geziyordu. Evet, biz de normal insanlar sayılmazdık, çoğumuz varını yoğunu barınaklara harcayan, bu uğurda doğru düzgün bir gelecek birikimi bile yapamamış insanlardık ancak toplumda bu kadar ruh hastasının olması bizleri normal kılıyordu.

Eşi boşanmak istediği için karısına ve kızına silah çeken, onları vurmaya çalışırken ailenin köpeğini öldüren babalar mı ararsınız, bir zamanlar eşekle halvet olup ilkokul çocuklarına öğretmenlik yapanlar mı!

1 ay boyunca anlayamadığım tek şey, sokakta imza istediğimiz bazı insanların neden bize "ben de yaptım", "tecavüz mü hihohoa", "ben hayvan beslemiyorum, banane" gibi tepkiler verdiğiydi. Bu sözleri sarf edenlerin surat ifadesindeki değişmeyen tek şey, zavallılıklarının bir resmi olan ukalalıktı. O kadar bencil, o kadar ukalalardı ki; ben açıkçası daha doğru düzgün hayata adım atmadan gelecek nesillerimiz için ciddi anlamda endişe duydum. Açıkçası, benim hayvanlara değil işkence ve tecavüz; kötü söz söyleyen bir çocuğum olsa, akli melekelerinden şüphe eder, bir psikologtan randevu alırım oysa insanlar bunu yapanların varlığını kanıksamış durumdalar. Toplumca tecavüzü bile bu derece kanıksıyorsak; Türkiye zannedildiği gibi iyi insanların değil, yüreği fesatlıkla dolmuş ahlaksızların yaşadığı bir ülke haline gelmiş demektir.


"Hayvanları boş verin, bu ülkede insan hakları yok, onun için ne yapıyorsunuz" diye bizlere çemkirenler ise bambaşka bir alem. Muhtemelen, insanlığa yaptığı tek katkı işine gidip Solitaire oynayarak para kazanmak ve sadece dini sebeplerle - din de bir motivasyondur ancak bütün dinlerin ortak motivasyonu insaniyet namına içten gelerek iyilik yapılmasıdır, emir üzerine değil - fakir fukaranın önüne kurtlanmış baklagil atmak olan bu insanların; bizlerin hayvan hakları dışında yaptığımız çalışmaları bile bilmeden gelip çemkirmesi kanıma dokunamıyor bile, beni sadece üzüyor.

Dediğim gibi sadece sokaktaki insan olsa yine iyi. İnanın, kendini hayvansever ilan eden ve hayvan hakları derneklerince gayet iyi bilinen bazı insanlar bu duruma sadece kayıtsız kalmıyor, aynı zamanda ruhlarındaki bütün çirkinliği de iyi niyetiyle her gün oraya gelen; ortak
tek noktası insanlık namına güçsüzü korumaya çalışmak olan bizleri rantla, reklamla suçlayabiliyor. Ben bir insanın ruhu nasıl bu kadar kirlenebilir, beyni nasıl bu kadar fesatlaşabilir, anlayamıyorum. Konuşamayanın dili olmak için verdiğimiz bunca emek, nasıl 3-5 densizin ağzında böylesine çirkinleşebilir, aklım almıyor.

Üzerimde Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi'nden Madde 9'un yazılı olduğu bir t-shirtle oturuyorum. Sokaktan geçen vatandaşa Türkiye'nin bu kanunu çıkarmakla yükümlü olduğunu anlatıyorum, vatandaş bana bütün bu uluslararası anlaşmaların BOP'un bir parçası olduğunu söylüyor. Öyle ya da böyle imzalanmış bir anlaşmanın şartlarını yerine getirmek zorunda olduğumuzu, anlaşmaların anayasamızdan bile üstün olduğunu söyleyince de devlete, hükümete, anayasaya hakaret eden ben oluyorum.

Ancak, anladım ki bu halkın en büyük sorunu cehalet değil. Bizler inkar etme üstadı olmuşuz adeta, ne cehaletimizi kabul ediyoruz ne de yapılan kötülüklerin varlığını.

Bütün bunlardan sonra ise aklımda maalesef tek bir düşünce kalıyor:
müstehak bize!

Biz bu hale tembelliğimizden, üşengeçliğimizden, bencilliğimizden geldik ve bu böyle devam ettiği sürece daha da beterini hak ediyoruz halk olarak.

Tek temennim, bizlere destek verenlerin bu kirlenmiş insanları görüp, vazgeçmemesi. Bir avuç insan da olsak sonuna dek devam etmeli ve bu dünyaya olan borcumuzu bir şekilde ödemeliyiz!



Dipnot: Eylem 3 Ekim'e dek sürecek, 4 Ekim'de de imzalar bizzat Tuna Arman tarafından başbakanlığa teslim edileceklerdir. Kişisel olarak katkıda bulunmak için www.doslarimizicin.com adresinden eylemin hangi şehirde nerede sürdürüldüğüne dair bilgi alabilir, imza formlarının çıktısını alarak çevrenizden de imza toplayabilirsiniz.