26 Ekim 2010 Salı

Gelecek Nasıl Gelecek?

Bugün iki paylaşım birden yapmak istedim, sanırım yazasım var. İlham perimi göremiyorum ancak varlığına minnet duyuyorum açıkçası; sadece yazmamı değil, aynı zamanda eyleme geçmemi de sağlıyor kendisi.

Son zamanlarda etrafımdaki bir çok arkadaşım neden her şeyi düzeltmeye çalıştığımı soruyor. Simetri hastası değilim ama toplumsal simetri hastası olduğum çok açık. Kendimi henüz idealist olarak nitelendirebilecek kadar iş yapmış değilim ama mutlulukla söyleyebilirim ki planlarım boyumdan büyük. Üstelik bu planlarda; hayatı yan gelip yatmaktan ibaret insanların da arzuladığı gibi insanlar için çalışmak da var. Yani mesele sırf hayvan hakları ile sınırlı değil. Belki diğer herkes gibi tek bir misyon belirlemiş olsam, hem işimde hem de uğraşılarımda daha başarılı olabilirim ancak ben bu misyonlar uğruna işi boşvermiş bir insanım. Mükemmel değilim, mükemmel örnek hiç değilim ancak elimden geldiğince çabalamak istiyorum ve bu benim huzurla uyumamı sağlıyor.

Huzurlu uykudan daha da ötede getirileri de var elbet. Bu getirileri yok sayarsam; diğer bütün aktivistlerin düştüğü hayata düşmüş olurum: aktivist olmayanları konunun dışında bırakırım.

Açıkçası insan doğasının bencilliğine inanıyorum. Hepimiz benciliz, ve hiçbirimiz kanatlı birer melek değiliz. İstemeden de olsa kötülükler yapıyoruz; ihtiyaçlarımızı karşılamak için para kullanıyor olmamız bile, her saniye adaletsiz gelir dağılımına katkıda bulunuyor mesela. Merak etmeyin, kendini olgunlaşmış zanneden sosyalist ergenin bir adım ötesine geçmeyi başardım, eleştirilerim servet düşmanlığına sebep olabilecek kadar ekstrem değil. Kabullendim artık sadece tek bir insanın bir günde harcadığı para ile onlarca aç doyurulabileceğini. Zaten kabullenmesem, kendi hayatım içinde çelişki yaşıyor olurdum zira bu satırları yazarken bile bir yandan fındık parçacıklı çikolatayı mideye indirme peşindeyim. Gördüğünüz gibi en gaza gelmiş halimle bile ben de bencilim, yediklerimi yiyemeyen onlarcasını düşünmüyorum. Yara bandına bile erişmeyen çocukların yanında, dandik bir soğuk algınlığı için bile kutu kutu ilaç tüketebiliyorum ve o anda gerçekten düşündüğüm en iyi niyetli şey halime şükretmek oluyor. Dedim ya insan doğası; benciliz. Ancak ben, yaşayan milyonlarcasının aksine bencilliğimi daha ahlaklı işlere kanalize etmeyi seçtim. İhtiyacı olanların eğitimine katkıda bulunmayı, hayvanların da yaşamaya hakkı olduğunu insanlara hatırlatmayı, yolsuzluklara karşı mücadele etmeyi vb. hayat düsturu edinmemin tek sebebi, çocuklarımın olmasa bile torunlarımın güzel bir gelecekte yaşayabilmesi. Kuracağım aile, devam ettireceğim sülale adına bencilim ve diğer tüm bencilliklerin aksine benimki, gece yastığa başımı huzur içinde koymama sebep oluyor.

Biliyorum, umutsuz anlarda insan hayatını idame ettirmek adına ayağına gelen fırsatları geri çeviremez. Belli bir hayat standardı ile yetişmiş zenginimizin, aynı standarda devam etmek adına yolsuzluğa karışması bundandır. Yıllarca sefalet çekmiş siyasetçinin, rakiplerini destekleyenlere sefalet çektirmesi bundandır. Boyalı hayatların sunumunu yaparak insanlara geçici tatmin duygusu veren medya patronlarının, doğruyu değil de yanlışı empoze etmesi bundandır. Ancak bu noktada yatan kısır döngü de bizlerin olmasa bile çocuklarımızın hayatını ceheneme çevirebilecek kadar önemlidir. Toplumu cahil bırakmak, iktidara gelmek ya da toplumu yönlendirmek için önemli bir koşul olabilir, ancak ileride aynı toplumla beraber girdaba sürüklenecek olan yine sensindir.

İşte bu yüzden, ben doğamdaki bencilliği daha hayırlı işlere kanalize etmeyi tercih ediyorum. Etrafımdakileri her konuda bilinçlendirmeyi kendime görev adlediyorum çünkü evladımın evladının daha da beter bir toplumda yaşamasını istemiyorum. Doğmamış çocuğa don biçebilmek için kumaş parası biriktiriyorum çünkü plansız hayatlar; planlanmayan felaketlerle sonuçlanırlar.

Kim Daha Deli?

Bu satırları yazarken bile henüz konuya karar vermiş değilim ancak içimden bir ses çok fena kafa ütüleyeceğimi söylüyor. Aslında uzun zamandır TV dizileri hakkında yazmak istiyordum ancak bir arkadaşıma ortak blog sözü verdiğim için şimdilik yazmayacağım sanırım. Aaa, bak anneannemin muhteşem senaryolarından ve teyzemlerin daha muhteşem hikayelerinden bahsedebilirim. Bunun içinse önce size aile yapımızdan bahsetmem gerek.

Bazılarınızın bildiği üzere anne tarafım safkan Arnavut. Bu da hayatıma eşik eden yegane gerçeğin Balkanlar üzerinden gelen delilik dalgası olduğunu tekrar tekrar ispatlıyor. Şaka yapmıyorum, etrafımdaki bütün Balkan kökenli sülalelerde benzer gereksiz durumlar mevcut yani. Annemler 5 kız kardeş, zamanında bir dayım da varmış ancak daha çocukken sizlere ömür olmuş ki, bence çok mantıklı bir karar almış. Benim ikinci dereceden akraba olduğum insanlarla birinci dereceden akraba olmak; akıl hastası olmakla eşdeğer zira. Sanırım bu yüzden her biri ayrı ayrı tırlatmış durumdalar. Aslına bakarsanız onlarla yaşamanın ceremesi olduğu kadar eğlenceli yanları da var. Misal anneannem sürekli olarak senaryolar yazma peşinde, en son annem ve babam hasretime dayanamayıp ondan gizli Ankara'ya taşınmışlardı. Burada annemin beni 7 sene boyunca sadece 1 kez ziyaret ettiğinin altını çizmeliyim, babam desen o da farksız; Tokat'a giderken teknik aksaklıktan ötürü Ankara'ya iner uçağı, burnumun dibindeki AŞTİ'de 2 saat otobüs bekler ama kızını aramayı düşünmez mesela. Diyorum ya sülalecek tırlağız. Taşınma meselesine geri dönmek gerekirse; yazın başında Ankara'ya taşınan ailem Melih Gökçek'in; Kadir Topbaş'tan daha beter olduğuna kanaat getirmiş olsa gerekler zira geçtiğimiz haftalarda Kadıköy'e taşınmışlar. Yeni evimizden çok memnun olduğumuz için de anneannemi ziyaret etmek için Beşiktaş'a gitme zahmeti duymuyormuşuz. Zaten ben Ankara'da evlendiğim için gelmiyormuşum, bir de bu çıkmış başına. En azından bir açıdan umut verici bir hikaye, yarın bir gün hamile kalırsam anneannemin beni memnuniyetle eve kabul edeceğini biliyorum zira beni evli sanıyor!

Bir diğer meselemiz de şeker hastası olduğunu kati surette kabullenmeyen anneannemin ondan yemek sakladığımızı düşünmesi. Onu odaya gönderip mutfakta tatlıları, börekleri tükettiğimizi düşünüyor. Oysa aslında sakladığımız şey benim sigara tiryakisi olduğum gerçeği altı üstü. Yarın bir gün babama ispiyonlar diye mutfak köşelerinde saklanıyoruz, o kadar!

Ha bir de şey var, anneannemle yaşayan iki teyzem de bekarlar. Onların evden çıkması çok büyük problem. Neticesinde anneannem; annemin araba kullanabildiği ve kazık kadar kadın olduğu gerçeğine bile alışamadı, her an her yerde başımıza kötü şeyler gelebilir, ve bize tecavüz edebilirler. Dolayısıyla teyzelerim öyle canları istediği zaman dışarı çıkamazlar, mazallah göz koyan olur! İstanbul'un yarısı eli fermuarında bizim sülalenin kadınlarını bekliyor, aman!

Ailemizin tek atraksiyonu anneannem sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. 5 Arnavut kadınının olduğu yerde kavga ve dargınlık da eksik olmaz haliyle. Benim çocukluğum boyunca dul teyzemin diğer dördüyle didişmesine maruz kaldık kuzenler olarak. Dul teyzem de az değildi hani, hangi manyak gece saçına sarımsak yağı sürüp yatar ki! Ah o koku, odamdan aylarca çıkmadı da en sonunda bütün evi badana yaptırarak kurtulduk! Neyse ki, dul teyzem anneannemlerden ayrılarak başka bir evde yaşamaya başladı ve sorunlar çözülür gibi oldu, en azından artık her gün kavga etmiyorlar, soğuk savaş ise asla sona ermeyecek.

Bir başka sorun da evli olan teyzemle annem arasındaki kavga. Küçük olduğum için hatırlamıyorum tüm detaylarıyla ancak sanırım teyzemlerin her yaz bizim yazlığa yerleşmesiyle ilgili bir problemdi. Kavgalar edildi, kalpler kırıldı ancak gelinen sonuç bin kalp kırıklığından daha vahim. Artık ben kuzenlerimle dahi görüşmüyorum çünkü her ne kadar ben teyzemi düzenli ziyaret etsem de, annem kuzenimin düğününe, doğumuna gitmiş olsa da; evlenip barklandıktan sonra kuzenlerimin zamanında yegane nakit kaynağı olarak gördükleri evimizi ziyaret etmemesi. Babaannem öldüğünde bile zahmet etmemeleri. Teyzem sürekli olarak, yiğenler arasında küslük olmaz der ancak annemle babamın 3 ay boyunca Silivri'de olduklarını ve benim evde tek yaşadığımı bilmesine rağmen de gelip bir kapıyı çalmaz. Eh haliyle bir süre sonra ben de yıldım bu durumdan, okulda bombacı yakalanmadıkça falan konuşmuyoruz.

Kuzenlerimin babama küsmelerine sebep olarak öne sürdükleri olay ise ayrı bir komedi. Babam kuzenim için gay imasında bulunmuş, ki benim babam şaka bile yapamayan bir adamdır. İma falan etmez, öyle bir düşüncesi olsa söyler. Kaldı ki, ergenliğim kuzenimin kırdığı cevizlerin hikayeleriyle geçti yani, ben pek bir sebep göremedim böyle bir ima için. Neyse işte, bu vesileyle biz ne nişana ne de düğüne çağırıldık. Evet, yiğenler arası küslük olmaz diyen teyzem de zahmet edip sevgili yiğenini aramadı, haber vermedi. Verse vallahi giderdim de iyi gününde yanında istemeyenin kötü gününde yanında hiç olmam. Allahtan Facebook diye bir meret var da, nişanı, düğünü o vasıtayla öğrenebildik.

Bütün bunları diğer iki bekar teyzemin muhteşem hikayelerine gelebilmek için anlattım. En son ziyaretimde Ayazağa'da gittikleri uzaktan bir akrabanın düğününden bahsediyorlardı misal. Bizim akrabalar delidir dedim ya, uzaktan akrabalar bile kuzenlerimle aynı yerde dünya evine girerler. En azından teyzelerim benim buna inandığımı düşünüyor artık. Asıl komik olan şey, iki kardeşin arasındaki dargınlıkta diğer kardeşlerin alenen söyleyemeden, alenen taraf tutması. Bilemiyorum, bana saçma geliyor.

Velhasıl kelam, dünyanın en dargın sülalesine sahip olabilirim. Dikkatinizi çekerim sadece anne tarafımdan bahsettim. Yaşıtım olan kuzenlerimle bile, karşılaştığımda iki çift kelam edemiyorum zira artık hayatlarında ne olup bittiğini bilmiyorum. Eh itiraf etmek gerekirse, bu bana biraz koyuyor tabii, neticesinde tek çocuğum ben ve onlar benim müstakbel çocuklarımın teyze ve dayısı. Neyse işte, hal böyle olunca insan kardeş diye dostlarına sarılıyor, elalemin teyzesini çocuklarına teyze yapıyor.

12 Ekim 2010 Salı

Şerefsize Sesleniş

Doğalarını katlettik,

YETMEDİ!

Doğalarını katletmemize rağmen evini açanlara lanet okuduk, evlerinden attırdık,

YETMEDİ!

Sokağa bir kap su, bir kap artık yemek bırakanları mahalleyi kirletiyor diye şikayet ettik,

YETMEDİ!

Çocuklarımızı ahlaklı yetiştirmek yerine, onlara güçsüz olanı ezmeyi öğretip, öldürmelerine seyirci kaldık,

YETMEDİ!

AMA ARTIK YETTİ!




Ey insanoğlu,

Sen kimsin ki kendini seninle aynı faunayı paylaşan canlılardan daha üstün görüyorsun? Besin zincirinin tepesinde olduğuna mı inanıyorsun, bu yüzden mi kibirin? Korkmuyor musun hiç et yiyen bitkilerden? Korkmuyor musun seni bir lokmada götürebilecek etçil hayvanlardan? Korkmuyor musun hiç intikamını er ya da geç alacak olan doğadan? Ya da seni sürüm sürüm süründürecek, aldığın her mazlum ahı için 50 kere illallah dedirtecek Tanrı'dan?

Korkuyorsun...

Korktuğun için bunları yapıyorsun!


Çünkü bencilsin. Çünkü acizsin. Çünkü evren senden çok daha büyük ve senin o toplu iğne başı kadar beynin onun sırlarına vakıf olmak için çok yetersiz!


İnsansın diye yaratılanların en yücesinin, varlıkların en büyüğünün, yaşayanların en zekisinin sen olduğunu kanıtlaman gerektiğine inanıyorsun!

Çünkü olmadığını biliyorsun!

AMA ARTIK BARDAK TAŞTI!




Bu dünyada senden daha fedakar canlılar da var. Kurtların seni vatanına yerleştirdiğine, sana yol gösterdiğine inanıyorsun ama kurtlardan evrilme köpekleri parçalıyor, onlara tecavüz ediyorsun. Kedilerin nankör olduğuna inanıyor, ancak doğana daha nankör davranıyorsun!

Doğan her hayvan zaten doğal seleksiyon gereği inanılmaz bir mücadele içine doğarken, sen işleri zorlaştırıyorsun!

Masum canların sana ne zararı olduğunu sormayacağım, çünkü sen zaten zarardan da ötesin, gereksizsin!



Ve ben seninle aynı sıfatı taşıdığım için, seninle aynı havayı soluduğum için utanıyorum.

Senin korkuların benim sana olan nefretimi perçinliyor. Senin bencilliğin beni ayağa kalkmaya zorluyor.

Sen geçmişine sahip çıkamıyorken, ben ecdadımın geleceğini sana bırakmak istemiyorum.

Bu noktada faşistse faşistim! Ben artık hümanist değil, animalistim! Çünkü senin gibi onursuzların haklarını savunmaktan tiksindim. Seninle eşit sayılmaktan bıktım.

Ben senden üstünüm çünkü çevremdeki diğer canlıların benim kadar hak sahibi olacağına inanıyorum. Ben eşitliği senden daha çok hak ediyorum çünkü mazlum ahı almaktansa, şerefizleri dünya üzerinden silmeyi borç olarak görüyorum!


Evimde kedi, köpek besliyorum. Kışın sokakta aç gezen, yazın sıcakta ölen canlılar olmasın diye, canlarına can katsınlar diye kapımın önüne bir parça ekmek koymayı, bir kap su koymayı yaşadığım dünyaya bir borç olarak görüyorum. Senin arabanla kıydığın canın yaralarını sarmayı görev adlediyorum.

Ve biliyorum ki, ben türümün son örneği değilim. Benim gibi milyonlar var.

İşte o milyonlar, senin gibilerin ölmesini, acı çekmesini zerre umursamıyorlar.


Sen; "önce insana hak versinler" diyen insan müsvettesi; engellilerin engellerini kaldırmak için ne yaptın? Kadınlar ezilirken neredeydin? Birileri daha çok kazansın diye fakirin tenceresinden aş çalınıp zenginin kazanına konarken nereye bakıyordun? Çocuklar oyun oynaması gereken yaşta ekmek parası peşinde koşarken, eline silah verilirken, organları çalınıp öldürülürken hangi harfler çıktı ağzından? Ecdadının oksijen kaynakları otel yapılırken, cebinden alınıp yabancı ceplere konarken; kime veryansın ettin? Kendi paranla tedavi olamadığında, kendi cebinden çıkan sana rüşvet olarak geri döndüğünde haykırdın mı, yoksa teşekkür mü ettin?

Sen kendi hakkını aramaz, mazlum hakkını gasp ederken, şimdi ne hakla bana kimin hakkını arayacağımı önerirsin! Sen kendin dışında birileri için ne yaptın ki, benim yaptığıma laf eder, beni engellemeye çalışırsın!

O yoz beyninle anca senden güçsüz olanın canına kastedersin! Ama ben varım, dostlarım var, biz varız!

Senin torunların senden tiksinecek, senin evlatların seni reddedecekler. Ve sen bu dünyada cehennemi yaşayacaksın. Çünkü bizler, sizin gibileri sokaklardan silmek için and içtik!

Korkuların daha da büyüyecek, ve seni kemirecek! Biz bunun için yemin ettik!






etkinlik sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.

3 Ekim 2010 Pazar

İlişkiler Çıkmazı

Hey, what a cliche! Evet biliyorum, dünyanın en klişe başlığını yazdım bugün. Ve dünyanın belki de en çok yazılmış konularından birine değineceğim. Ama bahsedeceğim şey, her zaman yaptığımın aksine, ilişkilere dair akıllıca çıkarımlar yapıp, çirkin gerçekleri yazmak olmayacak. Bugün kendi korkularımı, kendi endişelerimi paylaşacağım. Satır aralarını okuyabilirseniz.

Uzun zamandır ilk defa kendimle yaşıt bir erkek arkadaşım var. Yıllardır yaşıtlarımdan kaçınmamın bütün sebeplerini an be an görebiliyorum Burak'ta. Açıkçası beni yıldırıyor. Sevildiğimi bilmesem, sevmesem bir an bile durmazdım, bunu biliyorum ama çooo...ok uzun zamandır mantık üzerine ilişkilerini kuran bir insan olarak ağzıma sıçıyor bu durum, amiyane tabirle.

Yaşıtlarımın çoğu sorumluluk almaktan korkuyorlar. Sorumluluktan kastım sevmek değil, ondan korkan embesiller de mevcut evet ama benim karşılaştığım şey bu değil. İyileştirme sorumluluğundan korkuyorlar. Prenses kötü şeyler yaşar, ve prens sabırlı olup, alttan alıp, iyileştireceğine sadece sever, sevişir ve her şey yolundaymış gibi devam eder. Ve bütün bunlar geleceğine sahip çıkmak gibi kaygıları olmayan prensler yüzünden yaşanır. Biliyorum, 23 yaşındayken insan önünde kocaman bir gelecek varmış gibi hisseder, ona elbet sahip çıkacağını ancak şu an genç ve enerjik olduğunu düşünür. Benim durumumda böyle değil maalesef, optimizme gönülden bağlı bir insan olsam da endişeliyim. Siyasi olarak endişeliyim, toplumsal olarak endişeliyim ve etrafımdakiler endişelenmediği için endişeliyim. Hırs belki de, zira geleceğimin kontrolünü başka ellere bırakmaya niyetim yok.

Bir hayalim var, daha doğrusu ortak bir paydada buluşabilen birden çok hayalim. Akademisyen olmak istiyorum, çünkü mantıklı bir çıkarımla, siyasete ya da bürokrasiye atılırsam 4 çocuğu layıkıyla yetiştiremeyeceğimi düşünüyorum. Bu noktada hem çocuklarımı hem de başkalarının çocuklarını yetiştirmek, bilinçlendirmek, bana daha mantıklı geliyor, uzun vadede olsa da. Ben kurtaramıyorum ama kurtarabilecek onlarla insan sunabilirim sizlere mantığı. Ve bütün hayallerim bu temel üzerine kurulmuş durumda. Hem öğreteyim, hem evleneyim. Boy boy çocuklarım, dizi dizi öğrencilerim olsun. Kocaman bir evde bir sürü kedi, köpekle, kuşla, tavşanla yaşayayım. Haftasonları ailemi, dostlarımı ve öğrencilerimi aynı evin bahçesinde toplayıp, eğleneyim. Bütün bunları yapmak için alın terine ihtiyacım yok. Aksine para kazanacağım vakti başkalarının çocuklarına harcamak daha verimli geliyor bana. Sağolsun, benim için çalışmış, çabalamış bir babam var, ve benim de çalışmaktan ziyade düzeltmeye ihtiyacım var.

İnsanın böyle bir hayali olunca, ne kadar kolay ve toz pembe görünürse görünsün; etrafına baktığında anlıyor zorluğunu. Birincisi benim bu hayalleri gerçekleştirebilmek için çok ahlaklıi çok düzgün ve çok anlayışlı bir kocaya ihtiyacım var. Malum, Türk erkeği, kadının parasını yemekten pek haz etmez, edeni de pek ipe sapa gelmez. Hem bundan gocunmayacak, hem de amacı bunu kullanmak olmayacak bir adama ihtiyacım var. Üstelik, eğitim, sosyal statü, iş başarısı vb. elementler de cabası. Bütün hayalim mükemmel adam üzerine kurulu gibi görünüyor. Ne yalan söyleyeyim, böyle Levent Üzümcü'nün Avrupa Yakası'ndaki Cem karakteri gibi bir adam arıyorum. Boy önemli boy, zira boy konusunda benim de Aslı'dan farkım yok.

Hiçbir insan hayatını dramalar üzerine kurmaz ama etrafımda çok fazla drama queen'i oynayan insan var ve ben drag queen'leri daha çok severim. Neticesinde daha renkli insanlar bi yerde. Ben sıkıntıdan kaçındıkça, huzura yöneldikçe arkadaşım dediklerimin canı sıkılıyor ve illa bir zıpçıktılık yapıyorlar. Delikanlı çağlar demek isterdim ama 30 üzeri adamların bile ergenliğe geri döndüğünü düşünürsek, pek de yaşla alakası yok gibi. Akıllısı beni bulmaz, deli götümden ayrılmaz sendromu. Bu insanları da ayıklamam lazım, bu huzurlu aile saadeti için.

Bir de meslek meselesi var. Ondan yana pek derdim yok Allah'tan. Dünyanın en boktan ortalamasıyla süslenmiş bir diploma sahibi olabilirim ama kafa çalışıyor hiç değilse. Tek sebebi aşırı sosyallik. Bunun da zamanla düzeleceğini biliyorum. Sınıf arkadaşlarım koca koca adamlar olduğu vakit, akıl hocalarımla tecrübem arasındaki boşluk kapandıkça düzeleceğini biliyorum. O vakte kadar babamın biricik kızıyım, eh burası Türkiye bebeğim, para var huzur var sendromu.

İşte bu nakış gibi işlenmiş planın tek kusuru var, o da ilmek atladığında dantelin bütün büyüsünün bozulacağı gerçeği. Ama çok şükür yedek planlarım da var, en azından sosyal planlarıma dair. Koca bulamadın mı, evlat edinirsin. İş bulamadın mı, kendi işini yaratırsın. Şanslıyım bu konuda. Servet düşmanlarının öncelikli hedefi benimki gibi bir hayata sahip olanlar olabilir ama bu da sikimde değil.

Başlığı ilişkiler çıkmazı diye attım ama ilişkilerden ziyade kendi hayallerimden bahsettiğimin farkındayım. Konuya geri dönme vakti geldi. Dediğim gibi yaşıtlarım bu hayalin en önemli düğümünü çözebilecek olgunluğa henüz ermiş değil. Ne yalan söyleyeyim ermiş olanların da fiziksel görünümle ilgili sorunları oluyor. İnsan eli yüzü düzgün profilinden ayrıldıkça besliyor ruhunu sanırım. Ha ben çok mu güzelim, yöö. Ama bu da benim hayal kurmama engel değil, baksanıza ne paçozlar ne adamları götürüyor. Her neyse, hem eline yüzüne bakılır hem de kafası çalışır adamı bu yaşta bulmak zor. Kültürel olarak Amerikanlaştıkça, bir yandan Türk kalmaya devam ediyoruz. Bu ikilemi yaratan şey de bu. Özgürce sevişmek, zeki olanın şeçildiği bir doğal seleksiyona sebep olmuyor. Güzel olanın makul görüldüğü, zekanın önemsiz kaldığı bir seleksiyonla başbaşayız. Zeka yaşla doğru orantılı olarak, takdir ediliyor; malum tecrübe yediğin kazıkların bileşkesi. Eh bu da benim yaşımda çıtırların kendinden 10 yaş büyük adamlara yelken açmasına sebep oluyor ancak orada da bir sorun var. Bu adamlar da, fedakarlık, anlayış ve sevme hadlerini doldurmuş oluyorlar. Doldurmayanı zaten 27-28 dedin mi evlenmiş oluyor. Kısacası elimizde yine skorcu pezevenkler kalıyor çoğunlukla. Eh onlardan da kazık yiye yiye, güvenemez oluyorsun hiçbirine. Bir nesli daha böylelikle çöpe attık ve evde kaldık.

Diyorum ya, Allah'tan evde kalmak gibi sıkıntılarım yok. Daha doğrusu toplumun sana yaptığı evde kalmışlık baskısının insanı ne çirkin noktalara sürükleyebileceğini de görmüş bir insanım. Herkesin ailesinde memnun olmadığı insanlar vardır. Benimkinde delilik katsayısı normalin biraz daha üstünde gibi. Bu da insanı, ister istemez siklemeyenler kraliçesi yapmaya yetiyor.

Ya işte böyle sevgili okurlar. Bugün size içimi dökesim geldi. Belki dertlerime derman olur, belki içinizden biri yol gösterir. Ama yalvarıyorum "üzülme, zamanı gelince her şey düzelir" triplerine girmeyin, ben onu 5 yaşımdan beri biliyorum. Aradığım yardım daha çok "sana birini buldum" şeklinde olsun demek de isterdim ama Burak'ın selamlarını göndermeyi de bu noktada borç bilirim (: . Sanırım su olup akacak, yolumu kendim bulacağım zira belediyecilik oynayıp, derelerin yolunu değiştirmenin kaçınılmaz sonucunun sel baskını olduğunu hepimiz geçtiğimiz yıl bu vakitlerde tecrübe ettik.