Yine ne yazacağımı bilmeden başladığım bir yazı ile karşı karşıyasınız okurlar. Aslında, her yazımda o gün benim neye ihtiyacım olduğunu düşünerek yola çıkıyor; ona göre bir şeyler karalıyorum ve bugün de bu taktiği uygularsam fena olmaz gibi. Dünden beri biraz hastayım, boğazım şiş, midem ekşimiş durumda; yani klasik bir nezle ve zehirlenme vakası yaşıyorum. Evet, bu kadar da süpersoniğimdir, içim çürüktür; hasta olduğum an bağışıklık sistemim çöker ve üst üste gelir hepsi. İşte annemi de deliler gibi özlediğim bu ulvi günde o kadar umutsuzum ki, uykularım dahi kaçtı umutsuzluktan. Kısacası bu sikimsonik girişten sonra söyleyebilirim ki; yazının gelişme kısmı boyunca sizlere umut verici öyküler anlatacağım ve sonuç kısmında çocuğu koyup, sizleri gözyaşı içinde bırakacağım... ...demeyi çok isterdim ama o kadar da iddialı değilim.
Umut dediğimde ilk aklıma gelen vaka daha geçenlerde yaşandı. ABD'de 6
yaşındaki sevimli mi sevimli, şeker mi şeker bir kız çocuğu bütün oyuncaklarını e-Bay'de satışa çıkartmış. Sınıf arkadaşlarından birine yılbaşı hediyesi almak içindir falan gibi klasikleşmiş bir sebep sunmayacağım size, çok daha mükemmel bir sebebi var. Hanım kızımız bunu; polis köpeklerine kurşun geçirmez yelek alabilmek için yapmış. Tavuk suyuna çorba serisi hikayelerinden biri gibi olduğunun farkındayım, ama aklıma geldikçe gülümsetiyor bu haber beni, keşke etrafımdaki bütün insanlar 6 yaş naifliğine sahip olsalar yeniden diye düşünmeden edemiyorum.
Bu sayfada genellikle erkeklere lafı geçirsem de kimilerinde bana umut veren, takdir edilesi bir davranış da gözlemlemedim değil hani. Bunun en harika örneğini, yine geçenlerde okuduğum "makyaj yanlışları" şeklinde özetlenebilecek bir makalenin altında gördüm. Düşünceli erkeğimiz Don Juan "makyaj konusunda yapılan en büyük yanlış, makyaja ihtiyacınız olduğunu düşünmektir hanımlar; doğal halinizle çok daha güzelsiniz" şeklinde özetlenebilecek bir yorum yazmıştı ve açıkçası gülümsemeden edemedim. Beraberinde her daim gözlerimde olan maskarayı da sildiğimi itiraf etmeliyim. :)
Bir başka vaka da Bilkent semalarından geliyor, Bilkentli okuyucularım bilir; İİSBF fakültesinde engelli ama hayata sıkı sıkı tutunan, dünya tatlısı bir öğrencimiz vardır. Herhangi bir yanlışlık ya da sorun olmasın diye isim vermeyeceğim ama 2005 civarından beri okulumda olanlar kimden bahsettiğimi şıp diye anlayacaklardır. İşte bu gencin hayata tutunması, hepimizden çok çalışması ve çabalaması gerektiği halde bir kere bile gocunmaması; onu her gördüğümde günümü aydınlatıyor. Ha unutmadan söylemeliyim ki, el-kol bölgesindeki anormalliğe rağmen kendisi inanılmaz centilmendir aynı zamanda, ne zaman benimle beraber yürüse kapıyı benim için açar ve gözlerimin içine bakarak gülümser; bunu yapabilmek 10 dakikasını alsa bile. Bu okuldan mezun olduğumda en çok özleyeceğim şeylerden biri, onunla yaptığım sohbetler ve beyefendiliği olacak, adım gibi eminim.
Bir başka çocuk naifliğiyle devam etmek istiyorum, malumunuz hayatımın belli bir evresini yurt dışında geçirdim ve şahit olup da unutamadığım bir olay vardır. Noel öncesinde alışveriş merkezlerinde çocukların isteklerini dinleyen Noel Baba'ları bilirsiniz. İşte böylesine klasik bir sahnede; bütün çocuklar My Little Pony'den tut da Elmo'ya kadar çeşitli oyuncaklar isterken bir ufaklık Noel Babamızın ağlamasına sebep oldu. Adamcağız çocuğun isteğini dinlediğinde ağlamaktan adeta konuşamadı, ve çocuğa bir söz veremedi de. "Bunun için Tanrı'ya dua etmelisin" gibi laflarla geçiştirdi. Merakıma yenik düştüm ve çocuğun ne istediğini sorduğumda ise aldığım cevap şuydu: "okulundaki arkadaşlarından birinin annesi böbrek hastasıymış ve diyalize bağlı bir yaşam sürüyormuş, onun için yeni bir böbrek istedi."
Ve son hikaye; yine benim başıma gelen bir olay. Çocukken sık sık anahtarımı evde unuturdum; eh okuldan geldiğimde de annemle babam evde olmazdı dolayısıyla onları beklemek zorunda kalırdım. Aslında bu duruma baya bir alışmıştım, komşulara giderdim, mahallede gezerdim, acıktıysam ya da tuvalete girmem gerekirse de kapıcımıza inerdim. Yine bu tarz günlerden birinde okulda bir kavgaya karışmıştım ve canım inanılmaz derecede sıkkındı. Anahtarımı unuttuğum gibi, güvendiğim bütün dağlara da kar yağmıştı, apartmanda adeta anlaşmışlarcasına kimse yoktu ve ben dayanamadım, kapımızın önündeki merdivenlere oturup ağlamaya başladım. Sonra bir el tuttu elimi, apartmanımıza 10 gün kadar önce taşınan, o zamanlar hiç tanımadığım Hintli abimizdi. Sadece herkese merhaba demek için bütün daireleri gezdiğinde görmüştüm daha önce o kadar. Anlaşabileceğimiz bir dil bile yoktu, ben o zamanlar sadece Arnavutça küfredebiliyordum, o da İngilizce dışında dil bilmiyordu. Ona rağmen elimden tuttu, bir peçete uzattı ve dairesine götürdü beni. O gün bugündür körili yemeklere bayılırım! :)
Bahsettiğim hikayelerdeki insanların her biri kötü olmayı seçmiş olabilirlerdi. Yaptıklarıyla dünyayı değiştirmeyeceklerinin de farkındalardı. Ama en azından bu hikayeler bana ulaştı, ve bana umut verdi. Hayat; düştüğünde canını yakacak kadar acımasız olabilir ama sadece ayağa kalkmanın onurlu olduğuna inananlar düştüğünde gülmeyi bilir. Ve ben, bugün, umut bulduklarımı sizlerle paylaşmak istedim; her insanın umuda ihtiyacı vardır diye.
Umut dediğimde ilk aklıma gelen vaka daha geçenlerde yaşandı. ABD'de 6

Bu sayfada genellikle erkeklere lafı geçirsem de kimilerinde bana umut veren, takdir edilesi bir davranış da gözlemlemedim değil hani. Bunun en harika örneğini, yine geçenlerde okuduğum "makyaj yanlışları" şeklinde özetlenebilecek bir makalenin altında gördüm. Düşünceli erkeğimiz Don Juan "makyaj konusunda yapılan en büyük yanlış, makyaja ihtiyacınız olduğunu düşünmektir hanımlar; doğal halinizle çok daha güzelsiniz" şeklinde özetlenebilecek bir yorum yazmıştı ve açıkçası gülümsemeden edemedim. Beraberinde her daim gözlerimde olan maskarayı da sildiğimi itiraf etmeliyim. :)
Bir başka vaka da Bilkent semalarından geliyor, Bilkentli okuyucularım bilir; İİSBF fakültesinde engelli ama hayata sıkı sıkı tutunan, dünya tatlısı bir öğrencimiz vardır. Herhangi bir yanlışlık ya da sorun olmasın diye isim vermeyeceğim ama 2005 civarından beri okulumda olanlar kimden bahsettiğimi şıp diye anlayacaklardır. İşte bu gencin hayata tutunması, hepimizden çok çalışması ve çabalaması gerektiği halde bir kere bile gocunmaması; onu her gördüğümde günümü aydınlatıyor. Ha unutmadan söylemeliyim ki, el-kol bölgesindeki anormalliğe rağmen kendisi inanılmaz centilmendir aynı zamanda, ne zaman benimle beraber yürüse kapıyı benim için açar ve gözlerimin içine bakarak gülümser; bunu yapabilmek 10 dakikasını alsa bile. Bu okuldan mezun olduğumda en çok özleyeceğim şeylerden biri, onunla yaptığım sohbetler ve beyefendiliği olacak, adım gibi eminim.
Bir başka çocuk naifliğiyle devam etmek istiyorum, malumunuz hayatımın belli bir evresini yurt dışında geçirdim ve şahit olup da unutamadığım bir olay vardır. Noel öncesinde alışveriş merkezlerinde çocukların isteklerini dinleyen Noel Baba'ları bilirsiniz. İşte böylesine klasik bir sahnede; bütün çocuklar My Little Pony'den tut da Elmo'ya kadar çeşitli oyuncaklar isterken bir ufaklık Noel Babamızın ağlamasına sebep oldu. Adamcağız çocuğun isteğini dinlediğinde ağlamaktan adeta konuşamadı, ve çocuğa bir söz veremedi de. "Bunun için Tanrı'ya dua etmelisin" gibi laflarla geçiştirdi. Merakıma yenik düştüm ve çocuğun ne istediğini sorduğumda ise aldığım cevap şuydu: "okulundaki arkadaşlarından birinin annesi böbrek hastasıymış ve diyalize bağlı bir yaşam sürüyormuş, onun için yeni bir böbrek istedi."
Ve son hikaye; yine benim başıma gelen bir olay. Çocukken sık sık anahtarımı evde unuturdum; eh okuldan geldiğimde de annemle babam evde olmazdı dolayısıyla onları beklemek zorunda kalırdım. Aslında bu duruma baya bir alışmıştım, komşulara giderdim, mahallede gezerdim, acıktıysam ya da tuvalete girmem gerekirse de kapıcımıza inerdim. Yine bu tarz günlerden birinde okulda bir kavgaya karışmıştım ve canım inanılmaz derecede sıkkındı. Anahtarımı unuttuğum gibi, güvendiğim bütün dağlara da kar yağmıştı, apartmanda adeta anlaşmışlarcasına kimse yoktu ve ben dayanamadım, kapımızın önündeki merdivenlere oturup ağlamaya başladım. Sonra bir el tuttu elimi, apartmanımıza 10 gün kadar önce taşınan, o zamanlar hiç tanımadığım Hintli abimizdi. Sadece herkese merhaba demek için bütün daireleri gezdiğinde görmüştüm daha önce o kadar. Anlaşabileceğimiz bir dil bile yoktu, ben o zamanlar sadece Arnavutça küfredebiliyordum, o da İngilizce dışında dil bilmiyordu. Ona rağmen elimden tuttu, bir peçete uzattı ve dairesine götürdü beni. O gün bugündür körili yemeklere bayılırım! :)
Bahsettiğim hikayelerdeki insanların her biri kötü olmayı seçmiş olabilirlerdi. Yaptıklarıyla dünyayı değiştirmeyeceklerinin de farkındalardı. Ama en azından bu hikayeler bana ulaştı, ve bana umut verdi. Hayat; düştüğünde canını yakacak kadar acımasız olabilir ama sadece ayağa kalkmanın onurlu olduğuna inananlar düştüğünde gülmeyi bilir. Ve ben, bugün, umut bulduklarımı sizlerle paylaşmak istedim; her insanın umuda ihtiyacı vardır diye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder