17 Temmuz 2010 Cumartesi

Çatışma

Her yıl özellikle yaz aylarının sonlarına doğru gazetelerde ülkemizi ziyaret eden turistlerin bizi nasıl değerlendirdiğine göre yazılmış haberler çıkar. İnternet teknolojilerinin geliştiği, herkesin yazar olup fikir ve önerilerini yayımlayabildiği çağımızda ise benzer eleştiriler daha da olumsuz bir yapıya bürünmekte. İsim vermeyeceğim, bu yazıyı Sonisphere festivaline iştirak eden sanatçılardan birinin bloguna ithaf ediyorum.

Bahsi geçen beyler anladığım kadarıyla yurdum insanının temizlik alışkanlıklarından ve terör anlayışından çok rahatsız olmuş. Tabii etraflarında her daim bir danışman yer almadığı için gözlemlerinin eksik bilgiye dayalı olması bana normal geldi. Neticesinde deodorantların ülkem için neden en iyi tercih olmadığını anlaması için önce ülke genelinin ne tür bir gelir seviyesine sahip olduğunu bilmesi gerekir. Ortaöğretim seviyesinde 3 çocuk okutmak adına oda servisi görevlisi olarak çalışan hanım teyzenin sene başında devlet okulunda dahi katkı payı adı altında bir haraca maruz kalmadığını bilmeden, hanım teyzemizin kokuyor olabileceği ihtimalini değerlendirmek çok kolay. Ya da daha bir kaç hafta önce terörün şehir içlerine dek indiğini, söz konusu terör örgütünün de medyada adını duyurmak adına festivale gelen yabancı sanatçılara bile saldırabileceğini bilmeden durumu komik olarak nitelendirmek daha da kolay.

Söz konusu yazıdaki anektodları okuyunca, her yıl çıkan haberlerde duyulan "turist kazıklıyoruz" diye özetlenebilecek başlıklar da aklıma gelmedi değil. Tarihten hatırladığım kadarıyla zamanında dünyanın geri kalmış bütün ülkelerini söğüşlemeyi kendine şiar edinmiş batı devletlerine mensup ırklar, şimdilerde tatil yaptıkları cennet bahçelerinde turistlere haksız fiyat uygulamaları olduğundan muzdarip açıklamalar yapıyorlar. Demokratikleşme ve çağı yakalama derdindeki bu izafi olarak az gelişmiş ülkelerin vatandaşları ise, tıpkı bir zamanlar onların yaptığı gibi daha fazla kazanma peşindeymiş gibi geliyor bana. Ne oldu, merkantalizm birden o anlı şanlı tarih kitaplarınızdan fırlayıp gerçek hayatınızın ortasına düştüğünde ürkütücü mü geldi? Zamanında gelişim adına sömürülmüş ve hakkını ne yaparsanız yapın teslim edemeyeceğiniz kesim de ürkmüştü sanki.

Küreselleşme adı altında 6-7 yüzyıldır harita üzerinde kuzey batı dışında kalan bütün ırklara kendi kültürlerini aşılamaya çalışan, bir eli yağda bir eli balda milletlere mensup insanlar; tatil için yiyip içip sıçmak istediklerinde kendilerince haksız bir muameleye tabi olduklarında ne kadar da mahçup hissediyoruz kendimizi değil mi? Oysa bana sadece yüzyılların ödeşmesi olan bir hak aramadan farksız geliyor. Taksicilerimiz kendinden olanı değil de, kendinden olmayanı dolandırmak suretiyle kazıklar hep. Bunun altında düşüncesinden ziyade, "söğüşlenecek kaz buldum""biraz da biz kazanalım" düşüncesinin yattığını fark etmek bu kadar zor olmasa gerek.

Çok daha fazla örnek bulunabilecek, derinlemesine irdelenebilecek bir konu ama ve lakin çok da uzatmamak lazım. Özetlemek gerekirse, etme bulma dünyası. Evet, karma is a bitch. Ve sadece deniz kağlumbağalarının tükenen neslini korumak dünyadaki adaletsizliği gidermeye yetmiyor. Neticesinde nesli tükenen hayvanların bile en büyük sorunu sosyal adaletsizlik.

Hiç yorum yok: