18 Temmuz 2010 Pazar

Umberto Eco, Sen Ne Garip Adamsın!

Malumunuz 2 gündür yeni gündemimiz; Can Yayınları'ndan, Sosi Dolanoğlu çevirisiyle sunulan, Umberto Eco ile Jean-Claude Carriere'in sohbetlerini "Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın" adıyla bize sunan kitapta yer alan tespitler. Habertürk'ün konuyla ilgili haberini okuduğumda düşüncelerim bir sağa bir sola doğru adeta yengeç dansı yapmaya başladı. Habere buradan ulaşabilirsiniz.

Haberde önce Salman Rüşdi'nin Şeytan Ayetleri kitabının yasaklanması ile Çin'de süregelen internet sansürü arasında kurulan bağlantıdan söz edilmiş. Şöyle ki; Eco'ya göre dini bir sansüre maruz kalmış olan kitap batılı aydınlarca korunmuş ve sansür başarısız olmuştu. Eco bunu büyük bir zafer olarak görse de Carriere'e göre bu sadece Rüşdi'ye ait bir zafer. Bu konuda kendisine katılmadan edemeyeceğim, zira kendisinin de belirttiği gibi Orta Doğu gibi hala aşırı muhafazakar toplumlarda kalemin kılıçtan keskin olduğu durumlarda, kılıç sizin hazin sonunuz olabiliyor. Her ne kadar Eco'nun da belirttiği gibi internet bütün denetimlere rağmen sansüre karşı önemli, dimdik ayakta duran bir kale olsa da, maalesef bu durum yazarların yaratıcılığının ve fikirlerinin bir fetva ile sonlandırılmasına engel değil. Evet, Çin Halk Cumhuriyeti hükümeti sansürü idamla desteklemiyor olabilir, ancak bunu hali hazırda uygulayan rejimler mevcut. Açıkçası Eco'nun bu tutumu iyimserlikten öteye gidemiyor zira kendisi internet var olsaydı Yahudi Soykırımı'nın olmayacağını savunuyor. Peki ya Batı'nın arka bahçesinde bir kaç yıl öncesine dek gerçekleşen Bosna Katliamı ya da internetin varlığına rağmen Birleşmiş Milletler'in ya da Nato'nun etkisiz kaldığı Rwanda Soykırımı nasıl oluyor da gerçekleşiyor? Dediğim gibi, Eco rejimlerin internetle verdiği savaşı oldukça ılımlı yorumluyor.

Eco daha vahim bir hataya da Mevlana ve Atatürk'den söz ederken düşüyor. "Pers kültürünün merkezlerinden birinin bugünkü Afganistan olduğunu biliriz. XI. ve XII. yüzyıldan itibaren Moğol tehdidi belirgin bir nitelik kazandığında Belh'teki düşünürler ve sanatçılar, aralarında gelecekteki Mevlânâ Celâleddin Rumî'nin babası da varmış, en değerli el yazmalarını yanlarına alarak şehirden ayrılmışlar. Batıya, Türkiye'ye doğru gitmişler. Rumî, pek çok İranlı sürgün gibi ölünceye kadar Anadolu'da Konya'da yaşayacaktı." sözlerine bakıldığında, Rumî'yi alenen Türklükten azad ediyor ve Türk sosyal kimliğine büyük katkıları olan Mevleviliğin aslında Pers öğretileri olduğunu, kültürümüzün bunun üzerine inşa edildiğini söylüyor. Oysa geçmişimden hatırladığım bir kaç anektoda göre zaten Rumî'yi kendisi yapan öğretiler, Anadoluda yaşan halkın toplumsalcı anlayışına göre şekillendirilmiş öğretiler. Kısacası Mevlânâ; sadece Pers babasından öğrendikleriyle değil, yaşadığı topraklarda gözlemledikleriyle de bize fikirlerini miras bırakan bir lider. Benzer bir şekilde Atatürk hakkında söyledikleri de oldukça düşündürücü. "Atatürk, kendi devrinde, Türkiye'nin tarihini tamamen baştan yazdırdı. Romalılar devrinde, Türkler'in gelişinden yüzyıllar önce, Türkiye'de Türkler'in yaşadığını söyletti. Her yerde bu böyle... Doğrulamak istersek nerede doğrulayacağız? Türkler gerçekte Orta Asya'dan gelmişlerdi diye biliyoruz, günümüz Türkiye'sinin ilk sakinleriyse yazılı iz bırakmadılar. Ne yapmalı?" Açıkçası ben bu sözlere baktığımda, Atatürk'ün Türklerin ortak tarihini yok eden ve tarihi sil baştan yazdıran bir adam olarak yansıtıldığını görüyorum. Peki buna rağmen neden hala resmi tarih kitaplarımız bizlerin Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen bir ırk olduğumuzu iddia ediyor, neden 1071 Malazgirt Savaşı'nın tarihi aklımıza kazınmış durumda? Ya ortada büyük bir çelişki var ya da Eco, Türk Devrim Tarihi'nin tarihçilik kısmı konusunda yeterli bilgiye sahip değil. Elbette Türklerin nereden geldiğini tarih profesörü edasıyla sorgulayacak değilim, resmi tarihimiz söz konusu olduğunda oldukça büyük hatalar da söz konusu ancak işin bu kısmına gelince kimin hatalı olduğunu sorgulayabilirim sanırım.

Velhasıl kelam, ben Eco gibi büyük bir edebiyatçının düştüğü hataları gördüğümde çok üzüldüm. İlk 100 entellektüelden biri olan böylesine büyük bir zihnin, bu kadar vahim hatalar yapabilmesi ziyadesiyle kaygı verici.

Hiç yorum yok: